Yalova-Karacabey Boğazı-Orhaneli-İnegöl-Yalova Turu (27-30/08/2022)              

 

Emir’le, Samsun’dan başlayan turumuzu sağlık sorunları nedeniyle Cide’de sonlandırmamız gerekince, Ağustos ayının sonundaki 4 günü bir araya getirerek, yeni bir tur planı yaptım. Bu sefer araba yerine direkt evden çıkacağım bir tur olacaktı. Önce Karacabey Boğazı’na (Yeniköy-Bayramdere) gidip kayınvalide ve kayınpedere sürpriz yapacaktım. O rotadan aslında daha önce 2 etap halinde geçmiştik Fatih ve Uğur’la birlikte. Devamında da kıyıdan (toprak yoldan) Bandırma’ya gitmiş ve feribotla geri dönmüştük. Bu sefer devamında dağlara doğru dönüp Orhaneli’ye, oradan da İnegöl-İznik üzerinden tekrar eve dönecektim. Aslında hedefim 3 günlük bir turdu ama sonra o yedekte tuttuğum bir güne ihtiyacım olacaktı. Bu turda Tito’yu dinlendirip Giant ile yola çıktım. Slick’e yakın (Schwalbe Marathon Supreme HD) lastikleri ile asfalt yolda Tito’ya göre daha hızlı olacaktı.

                              

1. Gün  Yalova-Karacabey            (27/08/2022)

Sabah çok erken kalkıp Marmaray’ın ilk seferiyle Pendik’e ulaştım. Direkt sahil yoluna inip Pendik’e de pedal basabilirdim ama açıkçası Yalova’dan hareket etmeden önce terlemek istemedim. Pendik-Yalova feribotunun ilk seferi sabah 06.00’da. Bir seferinde, günübirlik bir tur için ilk sefere yetişmeye çalışmıştık. ( o zamanlar Marmaray da yoktu ki olsaydı da zaten onun da ilk seferi 06.00’da olduğu için onunla yetişme şansımız yoktu.) Bunun için de 04.30’da yola çıkıp karanlıkta hızlı bir şekilde ulaşmaya çalışmıştık ve epeyce de terlemiştik. Bu sefer böyle bir şey yaşamamak için İlk Marmaray seferine ulaşıp 07.00’deki feribota ulaşma planı yapmıştım. Şu an artık bu şekilde Bostancı’dan Pendik’e ulaşarak 07.00 seferine yetişiyorum.

Kahvaltıyı feribota bırakmıştım. Tost ve çay ikilisine (feribot şartlarında) hatırı sayılır bir para verip kahvaltıyı hallettikten sonra son hazırlıkları tamamlayıp Yalova’ya varmayı bekledim. Yalova’nın içindeki bir benzinlikten su takviyemi yaptıktan sonra Süpürgelik yokuşuna tırmanmaya başladım. Amacım mola vermeden tepeye ulaşmaktı ama bir noktada çok kısa durup devam ettim. (Strava’ya göre PR olmuş.) Süpürgelik’in tepesine varınca üzerime rüzgarlığımı giyip Orhangazi’ye doğru inişe geçtim. Orhangazi’nin merkezinden hızlıca geçip Gemlik’e doğru devam ettim. Gemlik’ten sonraki yokuşu çıkıp organize sanayi bölgesini geçtim. Daha önce bu rotayı geçtiğim için biliyordum. Ana yoldan dar bir yola ayrılacaktım. Sonrası ise zeytin ağaçlarının arasında kıvrıla kıvrıla giden yol… Gelgelelim ki artık o dar yol bölünmüş yol olmuş, TOGG fabrikasının girişine giden yol haline gelmişti. Hatta yolun bir kısmının henüz çizgileri de çizilmemişti. Güzel tarafı, yol tamamlandığı halde henüz trafiği açılmadığı için ben tek başına bu yoldan ilerliyordum. TOGG fabrikasını geçtikten sonra ise artık o geniş yoldan eser kalmamıştı. Yine eski dar karakterine geri dönmüştü. Allah’tan asfaltı yenilenmişti.

Hava açıktı, deniz de masmavi görünüyordu. Kurşunlu’nın içinde, küçücük bir çorbacıda mola verdim. Biraz dinlenip devam ettim. Önümde Altuntaş ve Mudanya tarafında çıkılacak birkaç yokuş vardı. Çok zorlanmadığım yokuşların tepelerinde körfez manzaralı fotoğraflar çektim. Dar yolda, zaman zaman yanımdan geçen arabalara dikkat edip yola devam ettim. Güzelyalı-Mudanya hattında mümkün olduğunca sahilden ilerledim. Su molaları verdim. Tirilye’ye kadar önümde hatırı sayılır yokuşlar vardı. İniş çıkışların ardından Tirilye’nin merkezine inip daha önceki turumuzda da uğradığımız, ev yemekleri yapan bir lokantada karnımı doyurdum. Tirilye’den Eşkel, Esence istikametindeki yokuşu çıkmaya başladım. Daha önceki gelişimizde Mesudiye-Çamlıca tarafından köprüye ulaşmıştık. Bu sefer Mesudiye’ye dönmeden sahilden devam ettim. Daha önce hipotenüsünü geçtiğimiz dik üçgenin dik kenarlarını geçiyordum. Uzaktan Arapçiftliği Gölü’nü ve Çapraz Çay’ı görüp içeriye giren yolu takip ettim. Karşıda, yaklaşık 1 saat sonra varacağım yolu görüyordum ama şu an karşıya geçeceğim Akçasusurluk’taki köprüye varmak için denizden uzaklaşıyordum. O noktada derme çatma da olsa bir köprü ya da sandal bulsam direkt karşıya geçebilirdim ama maalesef yoktu. :)

Nilüfer Çayı ile Çapraz Çay’nın birleştiği yere kadar suyun kenarından ilerledim. Çayın içinde su kuşlarını görüp fotoğraflarını çektim. Çok keyifliydi. Suyun içindeki ağaçların dallarına konmuş güneşleniyorlardı sanki. Hayırlar Köyü’den Akçasusurluk’a döndüm. Nihayet köprüye ulaşmıştım. Bu anı fotoğraflayıp tekrar denize doğru sürmeye başladım. Suyun karşı kıyısından aynen geriye dönüyordum. Ama yol genişletme çalışmaları sebebiyle bırakın asfaltlanmayı daha taşları serilmemiş yola girdim. Yolun sonuna geldiğimde bu kadar kötü bir yol beklemiyordum. Çok yavaş ilerliyordum. Taşların üstünde zıplaya zıplaya… Sola 90 derecelik sert bir dönüşle yol düzeldi. Longoz’un güneyinden geçen yol çok keyifliydi. Daha önce de geçtiğim bu yolun akşam vakti keyfini sürüyordum. Daha hava kararmamıştı. Boğazköy’ü ve Bayramdere’yi geçip Yeniköy’e doğru son pedallarımı çevirdim. Kayınpederimin evine geldiğimde kayınvalidem balkondaydı. Beni görünce çok şaşırdı. Haber vermediğim için büyük bir sürpriz olmuştu onlara da…

Kısa turun ilk günü çok keyifli geçmişti.

 

Mesafe : 143,53 km       

Süre : 08:44:17 

Ortalama Hız : 16,4 km/sa          

Maksimum Hız : 48,3 km/sa       

Toplam Yükselme : 1.394 m

2. Gün  Karacabey-Orhaneli       (28/08/2022)

 Sabah erken saatte kahvaltı yapıp kayınvalide ve kayınpederle vedalaştım. Kayınpederim (Sadık babam) bana Orhaneli’ye doğru geçeceğim yollar hakkında bildi verdi. Gerçi Garmin’den rotayı çizmiştim ama yol hali çok farklı olacaktı.

 Karacabey Longoz’unun kenarından geçen yolun sabah saatlerinde keyfini çıkardım. Yapım çalışması olan kesimde dünü hatırladım. Sabırla bitmesini bekledim. Bu bölümde ciddi bir biçimde yavaş gidiyordum ama en azından nerede biteceğini biliyordum. Yolum, daha önce arabayla da geçtiğim kesimlerden geçtiği için fazla bir yabancılık hissetmedim. Hayırlar ve Seyran köylerinden geçerken, köy meydanında, arabalar yanlarından geçerken onlara bolca havlayan köpeklere dikkat ederek geçtim. Kısa su molalarıyla ana yol vardım. Garmin’den çizdiğim rota Uluabat Gölü’nü geçince sağa dönüp tâli bir yola giriyordu. Bu noktaya kadar ana yolu takip ettim. Sıcak asfaltlı ve geniş emniyet şeritli yol yoğun bir trafiğe sahipti. Garmin’e göre, Başköy’ü geçinde sağdaki bir yola girmem gerekiyordu ama oradan geçerken girilecek bir yol göremedim. Durdum, haritayı kontrol ettim ama yoktu. Yol önce tırmanıyor sonra da iniyordu. Ben de ana yoldan devam ettim. Yolun kenarında, bariyerlerin arkasında bir yan yol vardı. Herhalde o yola girmem gerekiyor diye düşündüm. İniş başlamıştı. Biraz indikten sonra yan yolun girişini bulup o inişi yan yoldan tekrar tırmandım.  Bundan sonrasında sezgilerimle devam ediyordum ki o sezgilerim beni bir taş ocağına getirdi. Tabi bu tür ortamların yılmaz koruyucuları olan köpekler karşıladı beni hemen. Yolumu hızlıca değiştirip taş ocağını içinde ama yüksekçe bir yerde durup tekrar bir harita kontrolü yaptım. Yine sezgilerim benim taş ocağının içinde geçip diğer taraftan çıkmam gerektiğini söyledi. Ben de bu sefer pedallara asılıp aşağı indim ve gözüme kestirdiğim yola yöneldim. Köpek havlamalarına insan sesleri de karıştı “Hooop. Heeeey.” Ama arkama bakmadan yine sezgilerimin götürdüğü yere gittim kiiii yol bitti.  :) Evet kelime anlamıyla bitti. Önümde devam eden yolla arasına toprak yığılı bir yerde duruyordum. Tito’yu elle o toprak yığının üstünden aşırdım. Ama artık sezgi mezgi falan kalmamıştı. Stabilize yola girdim. Pedal basıp bir yerlere çıkma umuduyla ilerledim. Gele gele, bir saat önce ayrımının yanında geçtiğim Başköy’e geldim. Köy içinde hem su molası verdim hem de bakkala sordum Orhaneli’ye nasıl giderim diye. “Buradan oralara gidemezsin.” deyip beni direkt ana yola döndürdü. Nilüfer’e kadar gidip yola oradan girmemi söyledi. Ana yola döndüğümde, kısa süre önce tırmandığım yokuş tekrar karşımda duruyordu. Aynı yokuşu tekrar tırmandım. Ardından indiğim yerden tekrar indim. Yan yola girdiğim yere baktım. Kendi kendime “İşte ‘de ja vu’ bu” dedim. Sonra Nilüfer’e kadar pedallara asıldım. Olan 1 saatime olmuştu.

Nilüfer Caddesi’ne girip hafifçe tırmanmaya başladım. Cadde bitince mahalle aralarında daha dik olan sokaklara tırmandım. Misi Köy’e kadar çıktım. Pazar günü olması sebebiyle çok kalabalıktı. Yola devam edip Gümüştepe’ye çıktım. Tepeden Misi’ye baktım. Buraya başka bir zamanda gelmek lazım dedim. (Sonra da Bursa’dayken eşimle birlikte hem Misi’ye hem de Orhaneli’ye (arabayla) geldim. )  O noktadan itibaren de Doğancı Barajı’na kadar sağlam tırmandım. Tam ayrımda kenarda durup dinlenirken, özellikle Keles tarafının dönüş trafiğinin ne kadar yoğun olduğunu gördüm.

Buraya kadar yokuştu ama bundan sonrası da yokuştu. En güzeli de %7 eğimli 5 km.lik yokuşun 2 km.lik kısmının köpek kulübelerine ayrılmış olmasıydı. Normalde barınaklarda olan köpekler belediye tarafından yol kenarına konuşlandırılmıştı. Açıkçası tırsmadım desem yalan olur ama köpek kardeşlerimin beni pek sallamaması sayesinde fazla strese girmeden tırmanmaya devam ettim. Sağlam yokuşlarda trafik de yoğundu. Tam anlamıyla sağdan sağdan gidiyordum. Tırmanışın sert virajlarından birinde su molası verdim. Bir amcamızın elma tezgahından nasiplendim. İyi geldi. Hava kaçınılmaz şekilde kararıyordu her zamanki gibi. Orhaneli Termik Santrali’nin uzaktan görüntüsü karanlıkta ışıl ışıldı. (Gökova turumuzda, aynı şekilde akşam saatlerinde Fatih’le karşımıza çıkan Kemerköy Termik santralini hatırladım.)

Gece saatlerinde vardım Orhaneli’ye. Daha önce konaklama alternatiflerini araştırırken bir otel olduğunu öğrenmiştim. Otelin olduğu sokağa gittim. Üzerimde de gece giydiğim reflektörlü yelek vardı. Otelin girişine baktım ama kimse yoktu. Karşısındaki çay bahçesine gidip otel hakkında bilgi alayım dedim. Adamlar direkt “Abi orada yer yok.” dediler. İlgili kişiyi de buldular. Adam beni görünce “Abi hangi firmadansın ? “ diye sordu. Anladım ki oteli bir firma kapatmış. Fazla sorgulamadan başka yerler var mı diye sordum. Bir iki yer adı gevelediler ama sonuç olarak yer yoktu. Dediler ki “Abi Jeotermal var. Orada yer vardır.”, “Orası neresi ?”, ”Ayrımdan 5. Km içeride. Aşağıdaki benzinliğe sorabilirsin.” Aşağıdaki benzinlik ana yolun üzerindeydi. Oraya döndüm. Jeotermal’de yer olup olmadığını sordum. Bilmediklerini söylediler. Biraz ısrar edince, benzinlik sahibi ile Jeotermal’in işletmecilerinin kardeş olduğuna ama şimdi aralarının bozuk olduğuna ve görüşmediklerine kadar tüm detaylar döküldü. Telefon numarasını alıp ben aradım yer var mı diye ? Çünkü oraya gitsem ve yer yoksa bütün yolu tekrar geri dönecektim. O saatte yola devam etme şansım da yoktu. Yer olduğunu öğrenince Arslanlı Jeotermal’in ayrımından içeri girdim. Yol aynı zamanda Sadağı Kanyonu yoluydu. Gecenin köründe, far ışığında, etrafı görmeden, ıssız yollarda ilerliyordum. Nereye varacağımı da bilmeden… Nihayet 6-7 km. süren 5 km.’lik yol bitti. Resepsiyona ulaştım. Buradaki düzen jeotermal banyoları olan evler şeklindeydi. Anahtarı aldım ama o kadar açtım ki o saatte yiyecek bir şey olup olmadığını sordum. O saatin en uygun yiyeceği tosttu. O saatte karnımı iki tost ve ayranla doyurup sıcak suya bıraktım kendimi.

 

Mesafe : 137,26 km       

Süre : 10:01:07 

Ortalama Hız : 13,7 km/sa          

Maksimum Hız : 50,9 km/sa       

Toplam Yükselme : 1.718 m

3. Gün  Orhaneli-Keles-İnegöl    (29/08/2022)

 Sabah güzel bir kahvaltı yapıp, gece vakti geçtiğim ama hiçbir yerini görmediğim yeşillikler içindeki yolun keyfini çıkardım Orhaneli’nin merkezine kadar. Kavşak noktasında Hacivat’la Karagöz’ün Karagöz’ünün heykeli vardı. Kaidesinde yazana göre, Orhan Gazi zamanında yaşamış, Orhaneli ilçesinin Karakeçili aşiretinden Karaoğuz adlı bir köylüymüş. Fotoğrafını çektikten sonra artık yola revan olma vaktiydi. Orhaneli’nin merkezinden Keles’e doğru, kaliteli asfaltı olan dar bir yoldan tırmanmaya başladım. Hava ve manzara çok güzeldi. O güzelim yol tırmanışımı biraz kolaylaştırmıştı ama ben Keles’e o ise Harmancık istikametine doğru devam ettiği için artık ayrılmamız gerekiyordu. Vedalaşmam zor oldu çünkü yolun devamı yeni düzenlenmiş stabilize bir yola dönüştü. En kötüsü de, o kadar güzel asfaltta tırmanıp güzelim inişin bu kadar kötü bir zeminde olmasıydı. İçim kan ağlayarak :), eller sürekli frende iniyordum iki zirvenin arasındaki güzelim vadiye. İndiğim gibi de, bir köprüyü geçip tırmanmaya devam ettim.  Bundan sonraki tırmanış aynen indiğim gibi dimdikti ama iyi tarafı asfaltın (ilk tırmanıştaki kadar olmasa da) daha iyi olmasıydı. En azından mıcırlı yolda tırmanmayacaktım. :)

 Saatler ilerledi, güneş tepeye çıktı. Öyle ki Belenören Köyü’ne geldiğimde, yolda takviye yapmama rağmen, suyum bitmişti. %15+ eğimlerle Belenören’e ulaştım. Gördüğüm tek bakkalda soluklanıp sularımı tazeledim. Bakkalın sahibi ile sohbete başladım. Nereden gelip nereye gittiğimden söz ettim. Bakkala da “Buralarda ne yetişir?” diye sordum. Hiç tahmin etmezdim ama oralarda çok güzel kiraz yetişir ve tamamı ihraç edilirmiş. “Nasıl yiyebiliriz ?” diye sorduğumda “Temmuz’un 15’inde gelirsen, ağaçlardan toplayanlardan rica edersin.  Bulamazsan bana gel.” dedi. Daha önce yolumun düştüğü Konya-Hadim’de de kiraz yetiştirildiğini öğrenmiştim. Kim bilir başka hangi turlarda, nerelerde çıkacak karşıma bu kiraz :)

 Belenören’den çıkarken bir de baktım ki lastiğim patlamış. O güneşin altında, bir evin gölgesine sığınıp yeni içi lastik taktım. Tura Giant ile çıkmıştım. Lastiğim de Schwalbe Marathon Supreme HD’ydi. Aslında bu kadar mıcırlı yollar için pek uygun olmayan neredeyse dişsiz bir lastikti. “İyi bile dayandı.” dedim kendi kendime. Kısa süre sonra yeniden yoldaydım. Yani yeniden tırmanışta…

 Keles’e kadar inişli çıkışlı bir rotadan devam ettim. Keles’e inip bir yemek molası verdim. Karnımı bir güzel doyurdum. Artık yeni tırmanışlara hazırdım. Saate baktığımda ise bırakın Yalova’ya varmayı İznik’e bile varmak için zamanımın kalmadığını gördüm.  Anında yeni rotayı oluşturuldu. :) “İnegöl’e giderim. Ertesi gün de Yalova üzerinden İstanbul.” Yine de önümde önce Kocayayla’ya çıkış ardından da İnegöl’e iniş vardı ve her zaman olduğu gibi akşam saatlerine doğru dönmüştü gün. Keles’in İnegöl tarafındaki çıkışına vardığımda yağmur atıştırma başladı. Hemen yol kenarındaki bir ağacın altına sığındım. Yağmurun da artmamasını umuyordum. Kısa sürede kesildi ve yola devam edeyim dedim ama kafamı çıkarıp biraz ilerlediğimde bu sefer daha yoğun şekilde indirmeye başladı. Yolun sol kenarındaki yangın müdahale ekibinin tek katlı binasının sundurmasını altına sığındım. Rüzgara ters bir yönde olduğum için ıslanmıyordum ama konforlu bir bekleme de sayılmazdı. Biraz zaman geçti. İçeriden genç bir eleman çıkıp yanıma geldi. Beni içeri davet etti. Tito’yu, altına sandalyelerin ve masaların konulduğu kameriyenin içine, ıslanmayacak şekilde koyup içeri girdim. Orman müdahale ekibinde görev alan genç arkadaşlarla selamlaşıp hal hatır sorduktan sonra muhabbete başladık. Tabi ki çay eşliğinde… Turdan, nereden nereye gittiğimden konuşurken ben de yangına müdahale hakkında sorular sordum. Malum yaz dönemindeki acılarımız hâlâ tazeydi. Bu arada yağmur da esaslı yağıyordu. Arada kontrol ediyordum ama bir gözüm de (telefondaki) Accuweather’ın yağmur bildirimindeydi. En az 2 saat yağmurlu diye gösteriyordu. En az 2 saat… Beklediğim yerde sorun yoktu ama daha yolum vardı önümde. Daha önemlisi daha Kocayayla’ya doğru tırmanacaktım. Biraz zaman geçince Accuweather insaf etti de süre biraz azaldı. :) 18.30 civarında vedalaşıp mekandan ayrıldım. Kocayayla’ya 5 km sonra ulaştım ama hava “Ben bitti demeden bitmez.” der gibiydi. Kocayayla’da fotoğraf çekip göletin yanında tırmanmaya başlamıştım ki yağmur tekrar indirdi. Bu sefer yakınımda sığınabileceğim bir yer olmadığı için Kocayayla’daki bungalov evlerin olduğu yere kadar ıslana ıslana döndüm. Tuvalet binasının girişine sığındım. Çantamdaki yağmura ilişkin tüm kıyafetleri kullandım. Ayakkabı kılıfı, pantolon, yağmurluk, kask kılıfı… Tam donanımlı halde gelince, yağmura bakıp, fazla oyalanmadan yola devam ettim. Yol bilgisini yangına müdahale ekibinden almıştım. Çıkışta sorun yoktu ama devamında, tüm virajlar, rüzgar türbini inşası için, o uzun kanatları taşıyan tırların manevra yapabilmesi için, iş makinelerince genişletilmişti. Tabi asfaltı kazınarak ve üstüne mıcır atılarak… Dolayısıyla yolun bu kısmı ve inişin başladığı kısımlara kadar mıcırlı yolda pedal çevirmem gerekiyordu. Hem de dişsiz lastikle. Gel de Mondial’leri arama bu yolda. Hiç yola bakmaz ilerlerdim. Şimdi “Aman kaymasın.”, “Aman zarar görmesin.”… Yağmur hafif devam ediyordu. İnegöl’e kadar inişe geçecektim ama artık farımın aydınlattığı yerler hariç hiçbir yeri göremiyordum. Yine muhteşem bir inişi karanlıkta yapacaktım. Tıpkı Kuş Yuvası inişi gibi… :)

 Kulağımda hafif bir müzikle ıssız yollardan, köylerin arasından indim. Zaman zaman durup gece fotoğrafları çektim. (Aradan zaman geçip kayın biraderimle sohbet ederken Uludağ’ın bu taraflarında ayıların çok yoğun olduğunu söyledi. Allah’tan hiçbir karşılaşma yaşamadım ama aslında tam da gecenin karanlığında içlerinden geçmişim. :) )

İnegöl’ün merkezine kadar inip kurt gibi aç karnımı doyurdum. Ardında kalacak bir yer bulmak için bir iki tur attım. Sonra bir yer bulup yerleştim. Son etap için dinlenmeye çekildim.

 

Mesafe                   : 87,66 km     

Süre                        : 08:29:33       

Ortalama Hız         : 10,3 km/sa 

Maksimum Hız      : 49,2 km/sa 

Toplam Yükselme : 1.947 m

4. Gün  İnegöl-İznik-Yalova         (30/08/2022)

Sabah çok erken olmayan bir saatte yola çıktım. Yenişehir’den geçip İznik’e ulaşacak ve yemek molası verecektim. İznik çevresinde çok turlamama ve arabayla da seyahat etmeme rağmen yolun Yenişehir’e kadar olan bölümünden ilk defa geçecektim. Sabah saatlerinde Göksu Çayı’nın yanında fotoğraf çektim. Kamyon trafiği de oldukça yoğundu. Boğazköy Barajı’nın çevresi şu kuşları için adeta bir cennet olmuştu. Yenişehir’den sonra İznik’e doğru yaklaşık 5 km.’lik bir tırmanış vardı. Dinlene dinlene çıktım. Tepeden İznik manzarasını seyrettikten sonra İznik’e doğru inişe geçtim. Tam yemek zamanıydı. Yemek sonrası, fazla oyalanmadan pedallara asıldım. Boyalıca, Keramet üzerinden Orhangazi’ye vardım. Yolu biraz daha genişletilmiş ve asfaltını da daha kaliteli buldum. Orhangazi’den sonra son çıkışta pedallara daha fazla asılsam da günlerin yorgunluğuyla en iyi performansıma yanaşamadım. (Aslında yük de vardı ama yorgunluk daha ağır basıyordu.) İnişle birlikte Yalova’da hızlı feribota saatini beklemeye başladım. Pendik’e geçince, eve kadar, kalabalık sahil yolunda pedal çevirmek istemediğimden Marmaray’a binip Bostancı’ya ulaştım.

 Bu maceranın (da) sonu…

 

Mesafe                   : 112,12 km   

Süre                        : 07:08:17       

Ortalama Hız         : 15,7 km/sa 

Maksimum Hız      : 50,4 km/sa 

Toplam Yükselme : 848 m