Giresun-Camiboğazı Yaylası-Altındere Vadisi-Maçka-Çaykara-Şekersu Yaylası-Bayburt-Kelkit Bisiklet turu (15-19 Temmuz 2023)


Bu yılın uzun turunu yine Emir’le birlikte yapacağımız bir tur olarak planlamıştım. Emir Samsun’da (memleketim) olduğu için, bu sefer Samsun’dan başlamasak da, arabayla turun başlayacağı yer olan Giresun’a gidecektik. Geçen sene direkt Samsun’dan başlamış, zorlu bir ilk gün sonunda epeyce yorulmuş ve yıpranmış, ortaya çıkan mide problemim sebebiyle yola devam edememiştim. Cide’den dönmek zorunda kalmıştık.

Bu seneki planın başlangıcı Giresun’du. Doğu Karadeniz’in hem sahilinde (Samsun-Sarp) hem iç yollarında (Giresun-Maçahel-Giresun) hem de nokta atışı yükseklerinde (Ardeşen-Çamlıhemşin-Zirkale-Palovit Şelalesi-Ardeşen, Çaykara-Derebaşı-Çaykara) pedal çevirdiğim için bu turu, önceki turlarda geçtiğim yollarla en az kesişecek şekilde planlamıştım. Ama ilk gün, daha önceki turumla (Giresun-Maçahel) aynı etap olacaktı. (Giresun-Torul)

Yola erken çıkabilmek için bir gün önce akşam ulaştık Giresun’a. Teyzemleri ana hareket üssü olarak belirleyip arabayı orada bırakarak yola çıkmak ikinci sefer de planın ilk adımı olmuştu.

1. Gün : Giresun – Torul (15 Temmuz 2023)

Sabah teyzemin hazırladığı kallavi bir kahvaltı ile güne başladık. Sonrasında arabadaki bisikletlerimizi yola hazır hale getirdik. Arabayı da arka bahçeye koyup teyzem ve eniştemle vedalaşarak ilk pedalları basmaya başladık.

Bu etap, daha önce yine Giresun’dan başlayıp Maçahel’e kadar gittiğim turumun da ilk etabıydı. Tirebolu’ya kadar dümdüz ilerleyip sahil yolundaki birkaç tüneli geçecektik. Ardından Tirebolu’dan içeriye, Doğankent, Kürtün yoluna girip Harşit Çayı’nın yanından yavaş yavaş yükselecektik. Bu yolun, bisiklet açısından, Karadeniz’de sahilden içeriye girebileceğiniz en kolay bölüm olduğunu düşünüyorum. Bugüne kadar Ovit ve Zigana geçidi haricinde, Batı, Orta ve Doğu Karadeniz’in pek çok geçidiyle ya sahilden içeriye ya da içeriden sahil tarafına geçtim. Bu yolun bir iki sert yokuşu hariç yokuşlarının diğerlerine göre çok daha insaflı olduğunu düşünüyorum. Bugünkü etabın toplam yükselmesinin 1.448 m. olması da bu düşüncemi destekler nitelikteydi.

Keşap’tan çıkarken yolda tek başına bir genç kız pedal çevirdiğini gördüm. Yabancı bir turcuydu. Hemen yanına gidip “Merhaba” dedim. Klasik “Kimsin, nesin, nereden gelip nereye gidersin ?” sorularını sordum. Almanya’dan geldiğini ve Gürcistan’a gittiğini söyledi. Yardıma ihtiyacı olup olmadığını sordum. Olmadığını söyledi. Kolaylıklar dileyip yanından ayrıldık. Doğal olarak yalnız olmasına biraz şaşırmıştık ama yolda çok fazla yalnız kadın turcu gördüğüm için çok da garipsememiştim. Bu sebeple de “Yalnız mı turluyorsun ?“ diye de sormadım. Emir’le yola devam ettik. Bir süre sonra da bir başka turcu arkadaş yanımızda bitiverdi. Arkasında da biraz önce yalnız turluyor diye hüküm verdiğimiz hanımefendi. Meğer hatun yalnız turlamıyormuş. :) Philip’le pedal çevirirken sohbetimiz koyulaştı. Almanya’dan bisikletle gelmişler. Nisan’da yola çıktıklarını söyledi. Gürcistan’a, oradan da Ermenistan’a gidip sonra Gürcistan’dan feribotla Bulgaristan’a geçecek ve oradan da Almanya’ya geri döneceklermiş. Viyana-Kırklareli turu yaptığımı ve Tuna boyunda pedal çevirdiğimi söylediğimde Tuna rotasından dönmeyi düşündüklerini söyledi ve çok ilgilendi. Keşap’tan başladığınız pedal muhabbeti Tirebolu girişine kadar devam etti. Havadan sudan, turlarla ilgili her konudan bahsettik. Çok da konuşkandı. Ben Philip’le yan yana gidiyordum. Arkada Emir, en arkada da kız. (Tabi ismini öğrenemediğim için “kız” deyip duruyorum maalesef. :( )Philip 26, kız 22 yaşındaymış. Emir’le yaşıttı. Elemanı bir Alman için çok konuşkan bulmuştum ki babasının İtalyan olduğunu söyleyince taşlar yerine oturdu. :) Pedal üstünde sohbet ederken yol üstü tünellerden de hızlıca geçtik. Tirebolu’ya kadar nasıl geldiğimiz anlamadık desem yeridir. Bir ara kız biraz arkada kaldı. Philip’e sordum. “O gelir ya” dedi. “Ardından da ekledi : “O kadar da yapışık değiliz.” İlginç geldi söylediği ama bir şey de diyemedim. Tirebolu’da vedalaştık Philip’lerle. Son bir fotoğraf karesi ile birlikte… Mail adresini almıştım. Kendisine de gönderdim. İlginç bir elemandı. Bisikletinin bagajının üstünde bir darbuka taşıyordu. Mesleğini sordum. Elektrik teknisyeniymiş. Çalışıp çalışıp para biriktiriyor, biriken parayla da geziyormuş. :)

Tirebolu’nun merkezinden geçerek çıkışına ulaştık. Oradan da sağa dönüp Gümüşhane ayrımından içeri girdik. Bu noktadan itibaren sürekli yükselen bir yoldaydık. Yemyeşil bir yola girmiştik. Sahil yolunun geniş asfaltı burada kendini daha dar ve asfalt kalitesi daha kötü olan bir şekle sokmuştu. Trafik de bu bölümlerde beklenenin biraz üzerindeydi. Arabalar değil de daha çok kamyonlar…

Bu yolun doğal mola noktası Doğankent’ti. Önceki gelişimde, Harşit Çayı’nın karşı tarafına kurulmuş bir kafede durmuş ve tost-çay ikilisiyle karnımı doyurmuştum. Yine aynı yere gidelim diye önerdim Emir’e. Hemen onayladı. Karşıya geçtiğimiz köprünün üstünde klasik köprü pozlarımızı verdik. Harşit Çayı’nın sarı sularına karışan yeşil HES suyu ilginç bir görüntü oluşturuyordu. Kafe biraz değişse ve gelişse de aynı yerdeydi. Sahibine daha önce de bisikletle geldiğimi söyledim. Çok ilgilendi. Yediğimiz içtiğimiz şeylerin parasını almamaya davransa da sadece çayları onun ısmarlaması konusunda kendisini ikna ettim.

Kıvrıla kıvrıla ilerleyen yemyeşil yolun güzelliğine arada yukarılardan süzülen suların oluşturduğu minik şelaleler ayrı bir güzellik katıyordu. Yol boyu fotoğraf çekmek için bir orada bir burada duruyorduk. Hele bir tüneli bypass etmek için ayrıldığımız yolda, karşı tarafta gördüğümüz şelale enfesti. Uzun uzun bakakaldım.

Kuzey rüzgarı yol boyu bize hafif hafif destek çıkıyordu. Bu anlamda da keyifliydi yolculuk. Trafik de bu noktalarda çok daha hafifti. Sütlacıyla meşhur Hamsiköy’ün etki alanı içinde olduğumuz için yol kenarında levhanın etkisine kapılıp Emir’e sütlaç yemeyi önerdim. Beklediğim cevabı verince kısa sürede masadaki yerimiz aldık. Lezzetli sütlaçları keyifle gövdeye indirdik. :)

Yolun en zorlu yokuşu Özkürtün girişindeydi. %10 ve üstüne çıkan eğim ve keskin virajlarla yolun yönünün değişmesi, rüzgarı da direkt karşıdan eser hale gelmişti. Yol Kürtün Barajı’na tırmandığı için iyice yükselmişti. Muhteşem manzaralar sunuyordu. Zigana geçidine çıkan Trabzon yolu ve Gümüşhane ayrımını geçtik. Kısa süre sonra da Torul’a vardık. Daha önce de kaldığım otele ulaştık. Emir aşağıda beklerken yukarı çıktım ama resepsiyonda kimse yoktu. Etrafa bakındım yine kimseyi göremedim. Bir süre bekledim. Pencereden de Emir’e haber veriyordum. Bu sırada elemanın biri geldi. “Kimse yok mu ?” dedi. Olmadığını, beklediğimi söyledim. “İyi. Ben zaten daha önce kalmıştım. Fiyatı da biliyorum.” dedi. Resepsiyona bırakılan anahtarlardan birini aldı ve gitti. Ben de şaşkın şaşkın arkasından bakakaldım “Bu ne yapıyor?” diye. Otelin yanındaki lokantadaki görevli kadına sordum “Kim bakar buraya ? diye. Bir telefon numarası verdi. Orayı aradım. Eleman “Geliyorum abi. 15 dakikaya oradayım.” dedi. Ama neredeyse yarım saat daha geçti kimse yoktu. Sonunda lokantadaki kadın gelip yardımcı oldu da bir odaya kapağı atabildik. :) Bu sırada eleman geri geldi “Odada eşyalar var.” diye. Ben içimden “Hangi akla hizmet aldın anahtarı ? “ diye sayıyorum. Beklerken onunla da bisiklet muhabbeti yaptık ama hiç istemeden. Hele ertesi gün çıkacağımız yayla için gevşek gevşek “Orada ayı var.” yorumu yapınca sinirlerimi titretti. Muhabbeti uzatmadım. Sadece “ Ben ne ‘ayı var’ denilen yerlerden geçtim. Bir bilsen…” dedim.

Akşam yemeği aynı lokantada yedik. Sonra odaya döndük. Ertesi günkü etap için dinlenmeye çekildik. Uykundan önce, otelin arkasındaki alanda 15 Temmuz kutlamaları bize eşlik etti.


Mesafe : 143,07 km

Süre : 8:45:48

Ortalama hız : 16,3 km/sa

Maksimum Hız : 48,3 km/sa

Toplam Yükselme : 1.448 m


Giresun -Torul (Strava)


2. Gün : Torul -Camiboğazı Yaylası-Maçka (16 Temmuz 2023)

Sabah erken vakitte toparlandık. Kahvaltıyı yapıp bir an önce yola çıkmak istiyorduk. Bugün hiç bilmediğimiz yollarda olacaktık. Ne zaman nereye varabileceğimizi bilmediğimiz için de zaman kaybetmememiz gerekiyordu. Gümüşhane’ye doğru yola çıktık. 10 km.’lik düz bir yol vardı önümüzde. Sonra Karaca Mağarası-İkisu ayrımına dönecektik. (Karaca Mağarasına daha önce arabayla gelmiş ve ziyaret etmiştik. Küçük ama içindeki farklı oluşumlar açısından güzel bir mağaraydı. Mağara ziyareti sonrası ise yoldan içeriye Cehennem Vadisi’ne doğru yola biraz devam edip etrafı görüp sonra geri dönmüştük.) İkisu ayrımından içeri giren yol hemen dikleşiyor ve sert bir eğimle bizi test etmeye başlıyordu. Yani kısaca diyordu ki “Ben burada bu kadar zorluysam geri kalanı siz düşünün.” Kısa sürede geldiğimiz yolu tepeden görecek kadar yükseldik. Geldiğimiz yolun manzarasını fotoğrafladık ve devam ettik. Artık yüzümüzü dağlara dönmüştük. Bu tür uzun tırmanışlar bende her zaman merak uyandırır. Nereye tırmanacağız ? Dağı neresinden aşacağız? Yol ne zaman bozulacak ? Karaca Mağarası ayrımına kadar dik olan tırmanış, devamında yumuşadı ve iniş başladı. Cehennem Vadisi içinde yavaş yavaş yükselen, kenarlarında taş duvar olan yolun manzarası kafamızın yola dönmesine engel oluyordu. Sık sık durup fotoğraf çekiyorduk.

Bugünün toplam çıkışı 35 km.’yi buluyordu. Ama biz yükselmemizle yokuşların kolaylaşacağını umarken, tam tersi, giderek daha da zorlu bir hale geliyordu. Halen asfalt olan yol bir yerde yerini stabilize yola bırakacaktı. Yanından geçtiğimiz tarihi bir köprü, uzaktan gördüğümüz taş evler, antik yerleşimler… Keyifli ve güzel bir tırmanış artık karnımızı acıktırmıştı. Bulutyayla Köyü’nün yol kenarı kahvesinde soluklandık. Ahaliye selam verip kahveciye “Tost yapıyor musun ?” diye sordum. Maalesef tost yoktu. “Yiyecek bir şeyler..” diye gevelerken “Ekmek arası yaparız.” dedi. Yandaki bakkaldan malzeme alıp bize yarım ekmek arası domates-peynir yaptı. Bizim öğünümüz de bu oldu. Yanında da çay… Dinlenip karnımızı doyurduktan sonra yola devam ettik. Kafamızı zirveye doğru kaldırınca tepenin bulutlandığını gördüm. Yolun zorluğunun yanında bir de hava “Ben de varım.” diyordu. Klasik Doğu Karadeniz havası… Bir anda sislenen, bulutlanan zirveler. Ani bir yağış… Soğuk… Bizi de öyle bir kader bekliyordu zirveye yaklaşırken…

Yolun bizi en çok yıpratan kısmı, karşıdan sert rüzgarın henüz yağmur olamamış damlaları suratımıza son hızla çarptığı, Emir’le bisikletlerimizin üzerinde duramadığımız eğimli toprak yoluyla Kromni Antik Kenti vadisiydi. Geniş vadinin bir tarafında harika bir manzara olsa da bizim ilerlemeye çalıştığımız tarafı sanki “Buraya gelmeyin.” diyordu. Ara sıra geçen araçlardan “Bunların burada ne işi var ?“ bakışları atılıyordu bize. Bisikletler elimizde epeyce tırmandık. Çünkü hem rüzgar, hem de zemin, bisiklet üstünde olmamıza izin vermiyordu.

Son gücümüzle tepeye kadar ulaştık ama rüzgar artık önünde durulmayacak kadar güçlü esiyordu. Hava sıcaklığı 6 dereceye kadar düşmüştü ama hissedilen çok daha düşüktü. Tam tepedeki iki katlı yapının penceresinde bir abinin eliyle bizi işaret edip çağırdığını gördüm. Selam verip yaklaştım. Emir’i beklemeye başladım. Tito’yu binanın rüzgarı kestiği tarafına koydum. Bu arada Emir de geldi. İçeri girdik. Lokanta ile kahvehane arası salaş bir mekandı ama çok stratejik bir yerdeydi. Tam tepede… Abiyle muhabbete başladık. Nereden geldik ? Nereye gidiyoruz ? Klasik bir “O kadar yolu bunlarla mı geldiniz ? “ muhabbetleri (dikkat, bu kısım sürpriz sonlu :) ) Çay içtik, bolca muhabbet ama muhabbetin yüksek yüzdesini abi oluşturuyordu. :) “Bir daha sefere gelince burada da konaklayabilirsiniz.” dedi. Dedim “Olabilir. “:) Bir süre sonra da “Artık yola devam.” deyip bisikletlerimizin yanına, dışarıya çıktık. Abimiz bisikletleri yakından görünce şaşırdı. Meğer bizi motosikletle geldik sanmış. Bu sefer iyice bir heyecanla “Bunlarla nasıl geldiniz !” dedi. Rüzgar binanın tam arkasından kuzeyden çok şiddetli esiyordu. Üstümüzü kalınlaştırdık ama daha direkt inişe başlayacağımız yere yani Camiboğazı Yaylası’na ulaşamamıştık. 3-5 kilometrelik bir geçişimiz vardı. Eğim azdı ama rüzgar çok şiddetliydi. Yaylaya yaklaştığımızda uzakta, tepede, kar birikintileri gördük. Sonunda levhayı görünce Camiboğazı Yaylası’na geldiğimizi anladık. Hemen bu anı fotoğrafladık ve ileride gördüğümüz yayla evlerinin kümelendiği yere pedal çevirdik. Yayladaki lokantaların birinde tuvalet molası verip kıyafetlerimizi inişe göre hazırladık. İnişte yağmur ve rüzgara karşı hazırlıklıydık. Hem terden hem de rüzgarın üzerimize boşalttığı su damlalarından sırılsıklam olduğumuz için inişten önce kuru kıyafetler giymemiz çok önemliydi. Bundan sonrası da kelimenin tam anlamıyla “Hep iniş”ti. :) Çok bozuk bir bağlantı yoluyla Kurtdere Yaylasına ulaştık. Bu arada göz alabildiğine yeşilliğe maruz kaldık. Harika manzaraları, bozuk yolda bisiklet üstünde durabilmek için kaçırıyorduk ara sıra. Nihayet Altındere Vadisi’nin başlangıcına ulaştık. Şu an olmayı hayal ettiğim yerdeydim. Buraya varmak çok zorlu olmuştu. Soğuk hava resmen bizi titretiyordu. Önümüzde muhteşem bir vadi vardı ve vakit hafif akşama dönmüş. “Bundan sonra hep iniş” :) yapacaktık ama hem buz gibi kuzey rüzgarının bizi tir tir titretmesi, hem de yağışlarla yolun üstüne yığılmış kum ve çakıl çok dikkatli ve yavaş ilerlememize sebep oluyordu. Sumela’nın araç girişine kadar geldik. Kapanış saati geçmişti ama Sumela manzarasında olmazsa olmaz fotoğraf karelerini yakaladık. Sonra da yolda devam ettik. Yol orada düzeldiği için alaca karanlıkta artık daha hızlı ilerliyorduk. Çok uzun zaman önce gelmiştim Sumela’ya. Restore olmadan önceydi. O gelişimde arabayla çıkmıştık. Sonra da araç yolundan yürüyerek inmiştim. Çok keyif almıştım o yürüyüşten. Çok daha önceki birkaç seferde de yürüyüş yolundan çıkıp inmiştim. Zorlu ama çok keyifliydi.

Artık hedef Maçka’ya varmaktı. 18 Km.’lik bir inişti ama artık hava kararmıştı. Etrafı göremiyorduk. Far ışıkları yolumuzu aydınlatıyordu. “Maçka’ya varmaya gerek yok. Bulduğumuz yerde kalırız.” dedik Emir’le. Sonra da etrafta uygun olabilecek konaklama mekanlarına bakındım. Sonunda Maçka’ya 10 km. kala yolun kenarında bir otel bulup orada kalma karar verdik. Otel sahibi de çok muhabbetli (hatta monoloğa varan ölçüde muhabbetli) bir arkadaştı. Hayat referansları benimkiyle tamamen zıt olmasına rağmen, esir olma seviyesinde, sohbetine ortak olmak zorunda kaldım. Hatta neredeyse duş almaya vakit bile bulamayacaktım. :) Sonunda kendimi kurtardım da ertesi gün için dinlenmeye başlayabildim.



Mesafe : 74,39 km

Süre : 7:38:57

Ortalama Hız : 9,7 km/sa

Maksimum hız : 47,1 km/sa

Toplam Yükselme : 1.658 m



Torul-Maçka (Strava)



3. Gün : Maçka-Çaykara (17 Temmuz 2023)

İçimizde, güne önce Maçka, sonra da Trabzon’a kadar uzanan inişin neşesi vardı sabah sabah. Kahvaltıyı Maçka’da yaparız diye düşünmüştüm. (Oteli kahvaltısız almıştık.) İçimde “Bugün börek yiyelim.” hissi ile yola çıktım. Maçka’ya kadar inişimizi zaman zaman fotoğraf çekimleri kesti. Dünün soğuk akşamından sonra sabahın aydınlık ve güneşli havası iyi gelmişti. Maçka’ya ulaşıp merkezine girdik. Çevrede bir börekçi görmeye çalıştım ama yoktu. Börek konusuna öyle kilitlenmiştim ki herhangi bir levha görmeyince hiç durmadık. Ana yola çıkıp inişe devam ettik. Trabzon’a kadar geçtiğimiz her beldede börekçi aradım. Ama yoktu. Taa Trabzon’a kadar indik. İl merkezi girişinde yol yapım çalışması vardı. Özellikle kamyon trafiği, çok yoğundu. En sağdan, çok dikkat ederek ilerledik ve sahil yoluna bağlandık. Artık bir börekçi bulmak farz olmuştu. :) Tam köşede durup haritadan börekçi aradım. Yakın bir yerde bir Sarıyer Börekçisi görünce tanıdık geldi. Oraya gitmek üzere bir rota çizdim. Emir’e gösterdim yolu. Pedal basmaya başladık. Ama Trabzon’un coğrafyası denizden hemen yükseldiği için rotamız da hemen yükseliyordu. Hem de oldukça dik bir şekilde. Sert yokuşu bitirip caddeye girdik. Bir sürü kafenin bulunduğu caddede aradığımız börekçiyi bulamadık. Meğer geçmişiz. Geri döndük. Gözümüzün önündeki yeri görememişiz. Sonunda aradığımız böreğe kavuşmuştuk. Kahvaltımızı bir buçuk saat sonra yapmış olduk. Börekçiden ayrılırken Emir arka lastiğinin inmiş olduğunu gördü. Lastiğe hava basıp ana yola indik. Hem lastiği kontrol etmek hem de su takviyesi yapmak için bir benzinliğe girdik. Lastik patlamış görünüyordu. Emir lastiği değiştirirken ben de ona yardımcı olmaya çalıştım. Çıkan iç lastiği sabunla dahi kontrol ettiğimde hava kaçıran bir yer tespit edemedim. Benzinlik oldukça yoğundu. Araba kiralamış Arap turistlerin ilk hareket noktasıydı sanki. Birileri benzin alıyor birileri lastiğe hava basmak için bizden yardım istiyordu. Araçların da neredeyse hepsi Dacia Duster’dı. Sanki Türkiye’deki tüm Duster jipler burada toplanmış ve Araplara kiralanmıştı. (Sonradan bunun nedenini de öğrendik. Daha önceleri Jeep’ler Range’ler kiralanıyormuş ama o kadar kötü kullanmış ve o kadar kötü durumda geri getirmişler ki o seviye lüks araçları kiralama filolarından çıkarmışlar.)

Birden gözümüz yolda geçenlere takıldı: 2 bisikletli. Aaaa bizim Philip ve kız arkadaşı… Yoldan geçip gittiler. Philip’in bagajında da darbukası… :) Bir süre arkalarından bakakaldık Emir’le. “Eeee biz bunları Tirebolu’da bırakmıştık.” dedik. Sonra biz içeri Torul’a girdik. Sonra yaylaya çıktık… Bunlar nereden çıktı? Çok şaşırdık. Sonra yola çıkıp pedallara asıldık. Yomra, Arsin üzerinden Araklı’ya gelip şehir merkezine girdik. Uzun tüneli de by-pass etmiş olduk. Sürmene’ye ulaştığımızda artık yemek zamanıydı. Daha önce hem bisiklet turlarımda hem de ailece seyahatlerimizde birkaç defa yemek için durduğumuz yol kenarındaki Serender Restoran’a girdik. Karnımızı doyurduk. Sürmene’nin ünlü bıçakçılarından daha önce uğradığım birine gittik. Emir, babası ve amcası (benim de kuzenlerim) için iki hediye çakı aldı. Sonra yola devam ettik. Of’a gelince yine bir su takviyesi ile sağa dönüp Çaykara’ya doğru pedal çevirmeye başladık. Bir an önce bu yola girmek istiyordum. Daha önceki gelişimde Of’ta konaklayıp arabayla Çaykara’ya gelmiş, oradan bisikletle Derebaşı Virajlarına çıkıp dönmüştüm. Bu sefer Of-Çaykara arasını da bisikletle geçecektim. Önümüzde 25 km.lik hafif hafif çıkan güzel bir yol vardı. Yine yeşillikler içinden ilerliyorduk. Arada tünellerle birlikte yol yapım çalışmalarına da denk geliyorduk. Servis yolu ya da varsa tünele paralel yollardan ilerliyorduk. Yol boyu sağlı sollu tepelere konuşlanmış evlere, mahallelere bakmak için kafamız tepelerde ilerliyorduk.

Sonunda Çaykara’ya ulaştık. Şimdi iş, kalacak yer bulmaktaydı. Ama buralarda öncelik Arap turistlerde olduğundan bir yer bulmak (tabi ki ucuz bir yer ama internet üzerinde pek ucuz bir yer görememiştim. ) biraz zordu. :) İlk gittiğimi yer küçük bir apart oteldi. Önce sahibine ulaşmak için bizi beklettiler. Sonra sahibi uzaktan bize doğru “Yer yok !” diye işaret yaptı. Oradan öğretmen evinin yerini öğrenip şansımızı orada denedik. Ama zaten pek de bir beklentimiz yoktu öğretmen evinden. Sonra bir otel bulup oraya yöneldik. Orada bulduk. Turun en pahalı konaklaması olsa da sanki daha yukarıya Uzungöl’e doğru çıksak daha da pahalı olacaktı konaklama. (Uzungöl’e gidince de bunun ne kadar doğru olduğunu gördük.) Duş alıp yemek yemek üzere dışarı çıktık. Güzel bir akşam yemeğiyle yarınki tırmanışa hazırlanmak üzere dinlenmeye çekildik.

Not: Buradaki otelin sahibiyle seviyeli bir muhabbetimizin olması sevindiriciydi. :)

Mesafe : 109,31 km

Süre : 6:01:11

Ortalama Hız : 18,2 km/sa

Maksimum Hız : 56,2 km/sa

Toplam Yükselme : 624 m

Maçka-Çaykara (Strava)

4. Gün: Çaykara-Uzungöl-Şekersu Büyük yayla (18 Temmuz 2023)

Sabah kahvaltı sonrası bisikletleri hazırlayıp son olarak soğuk su takviyesi yapmak için otelin altındaki marketine gireyim dedim. 2 tane 1 litrelik suya 20 lira verince Uzungöl karasularına girdiğimizi anlamam gerekiyordu. :) 20 Km.lik Uzungöl tırmanışına başladık. Çaykara çıkışında, bir önceki sefer, Derebaşı Virajlarına giderken, kahvaltı amaçlı durduğum ve epeyce sohbet ettiğim abilerin mekanını aradı gözlerim ama bulamadım. Ya kapanmıştı ya da yerini tam olarak kestirememiştim. Yol tatlı bir eğimle yükseliyordu yeşillikler içinde. 8 km. sonra da Derebaşı Virajları’na giden yol ayrımına geldik. Ayrımda Emir’den fotoğrafımı çekmesini istedim. “Daha önce buraya çıkmıştım. Şimdi de buraya çıkıyorum fotoğrafı.” Önceki sefer, ara ara şiddetlenen yağmurlu bir havada, Derebaşı virajlarının tepesine çıkmış, sonra da aynı yoldan akşam karanlığında geriye, Çaykara’ya dönmüştüm. Bu sefer Uzungöl’e doğru giderek dikleşen yoldan tırmanıyorduk. Yeşillikler içinde ve giderek artan bir trafikte... Kamyonetler, otobüsler ve bol bol Dacia Duster. :) Yol boyu suya ve yeşilliğe yakın olduğumuz yerlerde fotoğraf için durduk. Yol kenarı bir mekanda yine soğuk su için durduğumuzda bu sefer iki 0,5 litrelik suya 20 lira verince artık Uzungöl’e çok yakın olduğumuzu :) anladım. Uzungöle’e kadar olan kısmın en ciddi eğimleri Uzungöl’e yakın olan yerde üstelik yoğun trafik içinde olduğumuz yerlerdi. %16 ve üstü eğimlerle geçtiğimiz bu bölümün ardından Uzungöl’ün girişine geliyordunuz ve kendinizi bir anda çok yoğun bir araç ve insan kalabalığının içinde buluyordunuz. Göl manzaralı fotoğrafları çekmek için hemen gölün kenarına gittik. Diğer yüzlerce insanın arasından fotoğrafa uygun bir boşluk bulduk. Sonra da hem gölün çevresini dolaşmak hem de karnımızı doyurmak için göl kıyısından ilerlemek istesek de ne araç yolundan kolayca ilerleyebildik ne de yaya yolundan. Aralardan, derelerden… Ama yemek için bize uygun bir yer yoktu. Kafeler, eğlence yerleri vs. vs. Önce gölün karşı kıyısından başladığımız yere döndük, sonra da geçerken “Bari burası olsun.” diye gördüğümüz bir yere oturalım dedik. Bisikletleri mekanın öndeki karmakarışık yere uygun şekilde konuşladık. Bisikletlerin hemen yanında, Arabic bir arkadaşın fotoğraf çekimi için kullandığı ve milletin eline, omzuna, başına koyduğu 2 tane papağanın tünediği bir tünek vardı. Bir papağan da bize çok yakındı. Fotoğraf çeken eleman (Arabic arkadaş bu elemanın patronu) “Aman abi bisikletleri çok yakına koymayın gagalar bu.” dedi. Biraz öteye almaya çalıştım ama yer yoktu. Mecbur orada bıraktık bisikletleri. Bisikletlerin başında ayrılırken de papağana dönüp “Sakın gagalama bisikletlerimizi. Bak çok kızarım.” diye göz dağı vermeye çalıştım ama beni pek anladığını sanmıyorum. Belki bu sırada salladığım parmağımdan kızdığım bir şey olduğunu anlamıştır. :) Bisikletleri görecek şekilde bir masaya oturduk. Mekan Arap turist avlama mekanıydı. Yer sofraları, keskin misk kokusu, sık sık elektrik kesintisi olduğunu belli eden tüplü (lüks) lambalar. Tek tük masalarda birkaç çocuklu Arap aileler. Bu ailelerin genelde yatay pozisyona yakın oturan babaları… Hem “Ulan nereye düştük.” duygusu hem de “Uzungöl Arapların mekânı olmuş.” Söylemlerine bire bir şahit olmak ve aynı zamanda aç olmak. Ve hayatımızın hatasını yapmak… “Birer çorba içeriz yeter.” :) Çorbanın yanında birer cacık ve sonunda da birer çay. Masaya gelenler bu kadar. Daha çok yokuş var. Karnımızı doldurmayalım diye sıvı beslenme… Çıkarken kasaya gidip “Borcumuz ne kadar ?” diye sordum. Adisyonda 540 TL’yi görünce tavana vurdum. :( 2 mercimek, 2 cacık, 2 çay toplam 540 liraydı. Çorba 95, çay 25, cacık ise 150 TL.’ydi. 150 liranın yanında tam olarak şu yazıyordu. “Organik cacık.” :) Size deeee, organiğinize deeee, cacığınıza daaaaaa…. :) :) :) Parayı ödeyip kendimizi mekandan dışarı attık. Bisikletleri hazır edip uslu duran papağana “Aferin.” dedikten sonra pedallara asıldık. Bir an önce oradan uzaklaşmak ve olanları unutmak istiyorduk. :) Uzungöl’den yukarılara, yaylara çıkan ve hemen dikleşen yola girdik. Kısa bir süre sonra da Uzungöl’ü yukarıdan gören, kalabalık seyir terasına geldik. Emir buradan fotoğraf çektirmeyi çok istediğini söylemişti. Bir iki kare fotoğraf çektirip Uzungöl karasularından çıkma çabamıza :) devam ettik. Yemyeşil tepelerin üstleri artık ormanın bitip yaylaların başladığını haber veriyordu. Uzungöl’e gelirken çıktığımız, tatlı diyebileceğimiz eğimleri geride bırakmış artık iyice dikleşen beton zeminde ilerliyorduk. Güzel manzaralar eşliğinde tırmanışa devam ediyorduk ki beton yol da sona erdi. Toprak yolda ilerlerken yanımızdan Arap turistlerin kullandığı araçlar geçiyordu. Onlar da bizim durduğumuz su başlarında durup hem sularını dolduruyorlar hem de etrafı çekiyorlardı. Bol bol da kendilerini…

Karadeniz yaylalarının tipik özelliği olan sis yine kendini gösterdi. Bir yükseldikçe kesif bir sis kapladı ortalığı. Artık sadece üstünde ilerlediğimiz yolu görebiliyorduk. Ne aşağı ne yukarı görünüyordu. Kesif sisin içinde ilerlerken saat de epey geç olmuştu. Aslında aydınlıktı hâlâ ama sis yüzünden hiçbir şey görünmüyordu. Bir mola sırasında Emir telefonuna bakıp yaylada konaklanabilecek bir yer olduğunu söyledi. Ben de, “Bakarız. Uygunsa burada kalırız.” dedim. Aslında bugünkü rotamız Bayburt’a kadardı ama daha yolumuz vardı. Sisler içindeydik. Yaylada bir 10 km. ilerleyip inişe geçecektik ama hiçbir şey görmüyorduk. Nerede olduğumuz sadece Garmin üzerinden görüyorduk ama etrafta kerteriz alacağımız bir yer yoktu. Sisle birlikte de çok soğumuştu hava. Yine titrer bir şekilde, toprak yolda ilerlerken bir direğin üstünde bir levhada “Altınsoylar Otel” yazısını gördük. “300 m.” yazıyordu ama neredeydi kim bilir ? Levhadaki telefon numarasını aradım. Allahtan telefon çekiyordu. Telefondaki sese yer olup olmadığını sordum. Vardı. Fiyatını sordum. Fahiş bir şey söylemedi. Uygundu. “Tamam, geliyoruz.” dedim. Yoldan ilerledik, ilerledik. Çok dik bir iniş olunca bisikletlerden indik. Tekrar aradım “Yol doğru mu ?” diye. Doğruymuş. Vardık otele. Apart odaları da olan küçük bir otel… Hatta havuz bile vardı ama suyu yemyeşildi. :) Pek temiz sayılmazdı. Sahibi Adnan Bey’le tanıştık. Bisikletleri kapalı bir yere koyduk. Otelde bizden başka kimse yoktu. :) Adnan Bey’in eşi ve biri kız, biri erkek iki küçük çocuğu vardı. Hava çok soğuktu. Kalorifer yanıyordu otelde. Duşumuzu alıp yemek için küçük salona geçtik. Çok samimi bir ortam vardı. Yemek sırasında Adnan Bey’le sohbet ettik. Eşi de zaman zaman sohbete katıldı. Küçük kızına da biraz laf attım. Ahsen’miş adı. Çok tatlı, şirin, cıvıl cıvıl bir kız çocuğu… Bol bol abisinin oyunlarına karışıyordu. :)

Soba gürül gürül yanıyordu. Yatmadan önce eşime soba başında yemek yediğimiz söyleyecektim. “Siz 45 derecede bunalırken bir 7 derecede soba başındayız.” Adnan Bey’le bisiklet, tur vs. konularında konuşurken yakın zamanda iki Alman bisikletçi misafir ettiklerini söyledi. 2 gün önce… Sürpriiiz :) Bizim Philip’ler oradaymış. Şaşırdık tabi. Ve onları Trabzon’da nasıl tekrar görebildiğimizin de açıklaması oldu.

Adnan Bey sohbetimizde daha önce gelen bazı turcularda da bahsetti. Hatta biri, 3200 m.’lik tepeye yapılmış olan caminin olduğu yere çıkmış. (Sabah o tepeyi de görme şansımız oldu.) Sohbetin bir yerinde konu Arap turistlere geldi. Özellikle, Ayder, Uzungöl, Sumela, Trabzon taraflarında olduklarını ve başka bir yere gidemediklerini söyledi. Hatta yaylaya kadar çıkıyorlarmış. Bir sözü çok ilginçti “Bayburt tarafından yaylaya kadar asfalt yapıldı ama Uzungöl’den yukarıya özellikle yapılmıyor.“ “Neden?” diye sordum. “Araplar o tarafa gitmesin bu tarafta kalsınlar diye. Aslında günübirlik Bayburt tarafına da gidebilirler.” dedi. Dikkat çekici bir tespitti ki canlı canlı gördük ertesi gün. :)


Mesafe : 37,05 km

Süre : 6:02:54

Ortalama Hız : 6,1 km/sa

Maksimum Hız : 23,2 km/sa

Toplam Yükselme : 2.153 m

Çaykara-Şekersu (Strava)

5. Gün : Şekersu-Bayburt-Kelkit (19 Temmuz 2023)

Sabah ilk iş odanın perdesini açtım. Muhteşem bir aydınlık doldu içeriye. Dışarıda yemyeşil bir çayırlık. Tek tük yayla evleri. Uzakta tepeler… Harika bir görüntüydü. “İşte yayla!” dedim Emir’e. Orada olmak güzeldi. Kahvaltıya indik. Adnan Bey ve eşiyle günaydınlaştık. Bisikletleri hazırlayıp suları doldurduk. Veda edip yola çıktık. Bizim rota çizdiğimiz istikamet yerine Adnan Bey yaylanın karşı tarafına geçen yolu gösterdi bize. Böylece tekrar geriye, otel yoluna girdiğimiz ayrıma tırmanmamıza gerek kalmayacaktı. Çok güzel manzaraları, dağın zirvelerinden gelen suyu fotoğraflayıp karşı tepelerdeki rüzgar türbinlerine doğru pedallara asıldık. 2.450 metre civarındaydık. Derebaşı Virajları tarafından gelen yolla birleşen ayrıma geldik. Biraz ileride de Soğanlı geçidinin levhasını görüyordum. Emir’e de gösterdim. Derebaşı Virajları’nı bir de bu yakadan selamlayıp inişe hazırlandık. Ve işte tam bu noktada dün gece Adnan Bey’le olan sohbetimizde bahsettiği duruma şahit olduk. Bulunduğumuz yer aynı zamanda Trabzon-Bayburt il sınırıydı. Ve tam bu noktadan itibaren muhteşem bir asfalt yol başlıyordu. Öncesi ise stabilizeydi. Bayburt “Bizim tarafa da gelin.” diyordu bu asfaltla. Trabzon tarafı ise “gitmeyin”… :)

Önümüzde firkete virajlar, muhteşem bir manzara, harika bir asfalt yol. Yolla ilgili daha önce yaptığım incelemede yolun Kılıçkaya Köyü’ne kadar stabilize olduğunu görmüştüm. Bu anlamda çok şaşırdım. Firketelerde soldan sağa son sürat giderken sağdan sola yani kuzeye bakan tarafa giderken ciddi bir karşı rüzgar altında zaman zaman pedal çevirmek zorunda kalıyorduk. Ben Emir’in videosunu ve fotoğrafını çekiyordum, sonra da Emir duruyordu. Ben onu geçip aşağı inerken Emir videomu, fotoğrafımı çekiyordu. Aşağı inip düz yola geldiğimizde ağaçların arasındaki yolda Kılıçkaya Deresi’ne eşlik ediyorduk. Değirmencik’e geldiğimizde Emir’e İspir tarafına giden yolu gösterdim. Giresun-Torul-Bayburt’tan sonra o yoldan İspir’e daha sonra da Yusufeli, Artvin, Borçka üzerinde Maçahel’e gitmiştim. Benim için unutulmaz bir turdu.

Bayburt’un Kalesi’ni gördük uzaktan. Garmin’in rotası sağından gidiyordu ama benim önceki turdan aklımda kaldığı şekliyle solundan, suyun kenarından (daha az eğimle tabi) geçip Bayburt’un merkezine ulaştık. Çoruh’un üstündeki köprüde bir iki fotoğraf çekip karnımızı doyurmak üzere bir yer aradık. Ve sanırım benim önceki turumda, akşam yemeğini yediğim lokantayı bulduk. Bayburt’un döneri meşhur. Ayrı bir lezzeti var. Emir’e de bahsettim. Çorbalardan sonra dönere giriştik. Lokantanın ustası işin sırrını da anlattı. “Sadece et ve karabiber koyuyoruz.” dedi.

Karnımızı doyurduk. Sonra da Kelkit istikametine doğru yola devam ettik. Aslında rotamızda Aydıntepe Yeraltı şehri vardı ama kapalı olduğunu öğrendiğimiz için yolu direkt Kelkit’e çevirdik. Bayburt Üniversitesi’nin önünden geçtik. Hava yine sıcak yüzünü gösterdi. 35-40 derecelere çıktı. Aralarda su takviyeleri ve fotoğraf molaları ile ilerledik. Düz ve etrafında ağaç olmayan yolda önce Köse’yi geçtik. Akşam saatlerinde Kelkit’e vardık. Kalacak bir yer bulduk. Odaya yerleştik. Duş alıp yemek için dışarı çıktık. Yemek sonrası otele dönüp dinlenmeye çekildik.

Mesafe : 127,85 km

Süre : 7:41:51

Ortalama Hız : 16,6 km/sa

Maksimum Hız : 51,5 km/sa

Toplam Yükselme : 769 m


Şekersu-Bayburt-Kelkit (Strava)

6. Gün : Kelkit (20 Temmuz 2023)

Sabah kahvaltı için aşağıya inmeye hazırlanırken Emir’in rahatsızlandığını öğrendim. Midesi bozulmuş. Geceyi hem istifra hem ishalle geçirmiş. Halsiz bir haldeydi. Bugün devam edebilecek bir durumda değildi. Turu sonlandırmaya karar verdik. Emir’e “Sen bugün burada kal. Ben Giresun’dan arabayı alıp geleyim. Bisikletleri yükler direkt buradan Samsun’a gideriz.” dedim. Minibüsle önce Kelkit’ten Gümüşhane’ye, oradan da otobüsle Giresun’a teyzemlere ulaştım. Durumu anlattım. Arabayı alıp aynı yoldan geri döndüm. Emir biraz daha iyiydi döndüğümde. Bisikletleri alıp otelden ayrıldık. Gece geç Saatlerde Samsun’daydık. Gecen sene de Cide’de benim mide rahatsızlığım sebebiyle turu sonlandırmıştık. Bir turu daha bitirememiş olsak da o zaman kadar çok keyif almıştık. Kısmet olursa başka turları bitiririz deyip ayrıldık.

 Bu maceranın (da) sonu…