Bolu– Kızılcahamam-Beypazarı-Mudurnu-Bolu ( 24-27 Haziran 2023)

 

Son dönemde daha çok arabayla bisikleti bir lokasyona götürüp orada başlayan ve orada biten turlar yapmaya başladım. Bunun en temel sebebi bisiklet taşımaktaki zorluk. Bisiklete ve malzemelere bir zarar gelmemesi çabası ve zaman olarak daha esnek olabilmek. Bu sene de benzer şekilde turlar planlamıştım. İlkine de yine Bolu’dan başlamaya karar vermiştim. 2019’da Bolu’dan başlayarak Devrek, Alaplı, Düzce üzerinden tekrar Bolu’ya döndüğüm bir tur yapmıştım. Özellikle de yolumu Yedigöller’den geçirmiş, muhteşem manzaralar eşliğinde pedal çevirmiştim. Bu seferki turumu da Bolu’nun güneyine yapmaya karar verdim. Planım, Bolu’dan başlayı Gölcük’e, oradan da yaylara çıkmak, Kartalkaya yolundan Dörtdivan’a inerek E (D100) üzerinden Kızılcahamam’a varmaktı. Devamında Beypazarı, Mudurnu üzerinden Abant’a ulaşıp Bolu’ya dönmekti.

İlk güne erken başlamak ama yol yorgunu da olmamak için Bolu’ya bir gün önceden akşam varıp otelde kalmıştım. 1993-1994 yılları arasında iş sebebiyle 1 sene yaşadığım Bolu’u, zamanla çok büyümüş ve gelişmişti. 

 

1. Gün  : Bolu-Gölcük-Dörtdivan-Kızılcahamam (24 Haz 2023)

Sabah erken saatte kalkıp katlı otoparka yürüdüm. Tito’yu hazırlayıp şehir merkezinde kısa bir kahvaltı yaptım. Kendimi hemen Gölcük yoluna attım. Arabayla bir çok kez geçtiğim bu yoldan ilk kez bisikletle geçiyordum. Sabahın erken saati, 16 derecelik hava biraz ürpertse de yokuşla birlikte haddinden fazla ısınacağımı biliyordum. Önümde 14 kilometrelik yokuşun 7. kilometresinde Gölcük Gölü bulunuyordu. %5-%10 aralığında yokuşlarla bezeli bu yemyeşil yolun ödülü Gölcük’te kısa bir molaydı. Tito’yla birlikte gururla poz verdim, selfie çekerken “Ben fotoğrafınızı çekebilirim.” diyen bir aile babasına verdiğim telefonuma… 

Gölcük sonrası tırmanış devam etti. Kızık Yaylası’na kadar pedal çevirdim. Yayla manzarası, yeşillik harika görünüyordu. Göksu Tabiat parkı ayrımının yanındaki Adya Otel’de kısa bir çorba molası verip dinlendim. Gölge olan arka terasını oraların sahibi bir köpekle paylaştım. Otel sahibiyle sohbet ettim. Mola sonrası Kıbrısçık yolundan ayrılıp Aladağlar Göleti istikametine devam ettim. Yeşile doymuş bir şekilde yaylanın düzlüğünde pedal çeviriyordum. Sağda Aladağlar Gençlik Kampı ve devamında Göksu tabiat parkı vardı. Gün Cumartesi olunca yavaş yavaş hafta sonu piknikçileri de yollara çıkmaya başlamıştı. Aladağ çayını sağımda olduğu halde çok hafif bir yokuş çıkarak ilerliyorum. Fark ettim ki benim en sevdiğim yollar yanında küçük bir akarsuyun olduğu yollardı. İniş olsun, çıkış olsun fark etmeden suya eşlik etmek çok güzel bir duyguydu. Yukarı çıkarken suyun kaynağına yaklaşmak, inerken katılan diğer akarsularla coşan büyüyen renkten renge giren, yakınlaşan, uzaklaşan ama hep orada olan bir dost gibi..

Sarıalan Yaylası’nı geldiğimde geniş düzlükteki sürüler dikkatimi çekti. Geniş açı fotoğraflar çekip Kartalkaya istikametine devam ettim. Kartalkaya ayrımına gelidiğimd özellikle levhalarıyla birlikte ayrımın fotoğrafını çektim. Kayak ve diğer kış sporlarıyla aram olmadığı için Kartalkaya’ya kayak için gelen dostlara ulaştırdım. “Bu ayrımı tanırsınız.” dedim. Sonra da Dördivan’a doğru inişe başladım. Yolun Köroğlu Deresi ile buluştuğu yerde anayolun gittiği istikametle Garmin’in gösterdiği istikamet birbirinden ayrıldı. Tereddüt edip telefondan kontrol ettiğimde haritada yolu göremedim. Hatta yoldan biraz ilerleyip geçmiş Garmin tecrübelerim aklıma gelince geri dönmeye karar verdim. Aladağ yerine Beydağı’na indiğim zaman aklıma geldi. :) Garmin bana “Hah şöyle yolda gel.” der gibiydi. :) Ama yolda bir gariplik vardı. Eski olması normaldi ama yolun üstünde epeyce kum, çakıl ve ağaç dalları vs. birikmişti. Suyu kenarındaki kısımlar bozulmuştu ve kısım kısım dereye uçmuştu. Kısaca eski bir yoldu ve bakılmamıştı. Bu aslında bir işaretti ama ben bir süre anlamamakta ısrar ettim. Düz oluşu, biraz önce çıkmaya başladığım yokuşa göre daha keyifliydi ama yolun kötü ve bakımsız oluşu keyfi azaltıyordu. Kısa bir süre sonra makus talihimle karşılaştım. Önümde bir baraj inşaatı vardı. Yol o sebeple yenilenmişti ve o sebeple bu yol çok bakımsızdı çünkü bulunduğum alan kısa süre sonra sular altında kalacaktı. Bu tür durumlarla geçmişte de karşı karşıya kalmıştım. Bir çok baraj inşaatı alanında geçmiştim. Ama burada baraj gövdesini görmeden bu duruma uyanamamıştım. :) Sonunda baraj inşaatından önceki son köye ulaşıp orada birilerine sormak için etrafıma bakındım. Ve bir süre de kimseyi göremedim etrafta. Sonra traktörünün başındaki bir köylü abiye yolu sordum. Bana ilerisinin inşaat olduğunu, oraya sokmayacaklarını söyledi. Hafif sızlanmalı bir ses tonu ile “Nasıl giderim ? Geri mi gitmeliyim ? “ diye sordum. Bana hemen solumdan başlayan ve direkt yokuş çıkan dar ve taşlık yolu gösterdi. “Buradan çıkarsan ana yola ulaşırsın.” dedi. Gözlerim büyümüş halde “Ne kadar yol var ana yola ? “dedim. “2 km.” dedi. O dik çıkışta, stabilizeden bozulma yolda bisikleti sürebilmek pek kolay olmayacaktı. Ben de denemedim zaten. Direkt elime alıp itmeye başladım Tito’yu. İlk girişi direkt yüklenen cinsten bir yokuştu. Birkaç yüz metre ilerlememiştim ki bir arı bulutunun arasında buldum kendimi. Tıpkı çizgi filmlerdeki gibiydi. Her yerde arılar vardı. Birisi direkt tepeden kaskıma girdi. Çok panik olmadan çıkmasını bekledim. Tam bu sırada sağ elimde bir acı hissettim. Baş parmağın bileğe yakın yerinde, bir arı kardeş iğnesini bırakmıştı. Ve tabi elimde eldiven olduğu için de iğne elime batmaya devam ediyordu. Eldivenimi her çıkarmaya çalıştığımda iğne tekrar tekrar elime battı çünkü hem diğer arıları kollamaktan hem elimin acısından elime iyice oturmuş olan eldiveni tek seferde çıkaramadım. Etrafıma bakındığımda gördüm ki aslında bir sürü kovan bir arsaya konulmuş ve arılar da etrafta bulut halinde geziniyorlardı. Oradan hızla (olabildiğince hızla :) ) uzaklaştım. Yolun sert eğimi biraz azaldı. Bu arada sıcaklık da artıyordu. Yol biraz düzleşince arada binerek ilerlemeye çalışsam da zeminin gevşek olması sebebiyle düşmemek için yürüyerek devam ettim. Ama yola bağlantısına yakın bir yerde bisiklete tekrar bindim ve yola ulaştım. O ana kadar Garmin bana düz beyaz boş bşr ekran gösteriyordu. Telefondaki haritandan nerede olduğunu kontrol ettiğimde çıktığım yolun Google haritalarında da görünmediğini fark ettim. Tabi Garmin de bu sebeple bu yoldan çizmemişti rotayı. Tekkedere’de bu yeni yol eski yola bağladı. Rotadan devam ettim. Dördivan’dan devam eden ana yol Gerede’ye çıkıyordu ama ben E5’e daha geç bağlanmayı tercih ediyordum. Bu sebeple otobana kadar ulaşıp, hatta bayram haftası olduğu için yoğun araç trafiğine de şahit olup (işte o zamanlarda bisikletle olmak en keyifli şey :) ) Çoğullu, Mircekiraz köyleri üzerinden E5’e bağlandım. Bağlandığım noktadan itibaren Akyarma Geçidi’ne kadar 18 km.lik yokuşu tırmanmaya başladım. Sonrasında Kızılcahamam’a kadarki yaklaşık 30 km.lik yolun yarısı iniş yarısı ise nispeten düzdü. Hava karardı, farlar yakıldı. Yol üstü lokantasında karın doyurma gerçekleştirildi. Ve Kızılcahamam’da, bayram haftası için önceden rezervasyon yapılan otele varıldı.  

 

 

Mesafe  : 154,70 km

Süre : 11:42:53

Ortalama Hız : 13,2 km/sa

Maksimum Hız : 46,5 km/sa

Toplam yükselme : 2.066 m

 

Bolu-Kızılcahamam

 

  

 

 

2. Gün : Kızılcahamam-Beypazarı (25 Haz 2023)

 

Bu sabah aynı bir önceki sabah gibi yokuşla başlayacaktım güne. Hem de öyle bir iki kilometrelik bir düzlük de olmadan, direkt Kızılcahamam’ın içinden tırmanmaya başlıyordum. Hedefim, çok uzun yıllar önce, ben çocukken geldiğim Kızılcahamam’da,ailemle birlikte gittiğim Soğuksu Milli Parkı’nın içinden geçmekti. Kızılcahamam’la ilgili hatırladığım iki şeyden biriydi Soğuksu… Diğeri de sıcak hem de feci sıcak suydu. Kaplıcadaki…

Soğuksu Milli Park’ının girişi daha bu saatten kalabalıktı. Gün Pazar olunca piknik de kaçınılmaz oluyordu. Burası da pikniğin, mangalın bu çevredeki bir numaralı adresiydi. Girişteki gişede bulunan eleman arabalardan para alırken araya kaynayıp sordum: “Ben de para veriyor muyum ?”. “Abi sana bedava.” :) dedi. “Eyvallah. Sağol.” deyip devam ettim. Bolu Gölcük’ten geçerken böyle bir kıyak yapmamışlar, yaya parası almadan geçirmemişlerdi. :)

Girişe kadar %3 seviyelerinde olan eğim daha da artmış, %5-%10 aralığında oldukça dik yokuşlar çıkarmıştı karşıma. Ama işin kötüsü trafik de çok artmıştı. Öyle ki çevre ve manzaradan çok araçları kollar olmuştum.

1.400 m.’ye kadar çıktım Soğuksu’nun içinde. Ama ondan sonrası hep iniş değildi. :) İndiğim kadar tekrar çıkıyordum. Ara ve bakımsız yollar köyleri birbirine bağlıyordu. Önce Kızılcahamam’dan gelen ana yola, daha sonra da Güdül yoluna bağlandım. Yol kalitesi arttı ve eğimi azaldı. Ama en önemli şeylerin eksikliği başladı. Gölge ve su. Yol kenarında hiç çeşme ya da benzinlik yoktu. 40’lı dereceleri bulmuştu hava sıcaklığı ki zaten gün ortalaması da 35 dereceydi. Güdül yolu beni yine otobanla buluşturuyordu. Üstgeçitten geçip Güdül’e kadar yol üstünde bulabileceğim tek markette içecek molası verdim. Köprü başında olduğu için gelen geçen burada duruyordu. Buranın yakınında, Kirmir Çayı’na kurulmuş göletin yanında “No:9” adında bir kamping gördüm. Buraların en yeşil alanıydı neredeyse ve güzel görünüyordu. Çadırlı gelindiğinde kalınabilecek bir yerdi.

Güdül’e vardığımda kısa bir yemek molası verip soğuk su takviyesi yaptım. Güneşin altında artık Orta Anadolu’da olduğumu iyiden iyiye hissettiren hava ve yol koşullarında ilerledim. Akşam saatlerinde Beypazarı’na vardığımda ilk işim çorba içmek oldu. Otele yerleşip ertesi gün için dinlenmeye çekildim. Günümün yarısı ne kadar yeşillikler içindeyse diğer yarısı da o kadar sarıydı.

 

 Mesafe : 95,83 km

Süre : 8:14:22

Ortalama Hız : 11,6 km/sa

Maksimum hız : 50,6 km/sa

Toplam yükselme : 1.633 m

 

Kızılcahamam-Beypazarı 

 

 


3. Gün : Beypazarı-Mudurnu (26 Haz 2023)

 Kahvaltı sonrası hemen yola çıktım ama sıcağı direkt yüzümde hissettim. Güne 27 derece sıcaklıkla başlayınca “Bugün nasıl bitecek ?“ diye düşünmeden edemedim. Bir de yol hafif hafif tırmanış olunca yüksek su tüketimi kaçınılmaz oluyordu. Çayırhan’a geldiğimde ilk dikkatimi çeken (adını da daha önceden bildiğim) termik santral oldu. Her termik santralde olduğu gibi burada da kömür ve cüruf yığınları büyük alanları kaplıyordu. Hem de bir termik santral olarak yine bir doğal güzelliğin çok yakınında bulunuyordu : Nallıhan Kuş Cenneti.

Çayırhan’da bir büfeden soğuk su takviyesi yapıp yola devam ettim. Sarıyar Barajı’nın baraj gölünün ucunda yer alıyordu Nallıhan Kuş Cenneti. Ama aslında Nallıhan’da değil Çayırhan’daydı. Uzaklarda gökkuşağının renk kuşakları gibi farklı renk hatlarına sahip dağları görünce kuş cennetinin yakınlarda olduğunu anladım. Tabi hemen sonra da gökyüzündeki yüzlerce kuşun hareketliliği… Suyun üstünde, göl alanındaki ağaçlarda, havada… Çeşit çeşit, renk renk… Çok güzel görünüyorlardı. Ve en güzeli yolun hemen kenarında olmasıydı. Biraz izleyip fotoğrafladıktan sonra tanıtım merkezine ulaşmak için sağa dönüp aşağıya indim. Bisiklet olmanın avantajını kullanıp binanın yanına kadar ilerledim. Tito’yu kilitleyip direkt içeri girdim. İçerisi çok serin gelmişti bir anda. Çünkü dışarısı cehennem gibiydi. Tuvalete gidip yüzümü yıkadım. Sonra da içeride sergilenen tahnit edilmiş hayvanları incelemeye başladım. Üst katta da bir resim sergisi vardı. Oradaki resimleri de inceledim. Balkondan göl alınana ağaçların üstündeki kuşlara bakıp telefonla iyi bir kare yakalamaya çalıştım. Sonra girişteki kapının yanına yerleştirilmiş ziyaretçi defterine kısa bir yazı yazdım. Ardında dışarı çıkıp gözetleme kulesine  gittim. Oradan kuşlara baktım. En çok da başımın üstünden geçen kuş sürülerine… Tito’nun yanına geldiğimde bulunduğu yerdeki ağacın dut ağacı olduğunu gördüm. Bir tane, bir tane daha derken epeyce bir dutu mideye indirdim. Artık yola devam etme vakti geldiğinde de kuşlarla vedalaştım.

Sıcağın altında pedal çevirmek gerçekten çok yorucuydu. Mola vermek istiyordum ama çevrede hiç gölge yoktu. İlerleyince yol üstünde gölgesi olan tek yerin kenardaki bir ağaç olduğunu gördüm. Öylece, tek başına, yolun kenarındaydı. Altında durup biraz oturdum. Sonra fark ettim ki bu ağaç da dut ağacıydı. Yola devam etmeden önce yine biraz dut atıştırdım. Aslında güneşe çıkmak istemiyordum. Molayı da uzattıkça uzatıyordum dut yeme bahanesiyle…

Nallıhan’a varmadan bulabildiğim tek benzinlik, eski yolda kaldığı için yeni yoldan çıkıp 200-300 metre geri gittiğim Petrol Ofisi oldu. Suları yenilemeden önce bir de gazoz içtim. Sonra da Nallıhan’a doğru yola devam ettim.

Nallıhan’daki yemek molasında dinlendim. Doğru dürüst bir şey yiyemesem de yediğim karpuz susuzluğuma iyi gelmiş olacak ki bir tane daha istedim. :) Daha yolun yarısındaydım ve saat 15:00’i geçmişti. İyi tarafı, yolun Nallıhan sonrası daha yeşildi. Yolda çeşme de vardı. Bu anlamda iyiydi. Diğer yandan Mudurnu’nun çok yakınına kadar tırmanacak ve kısa bir süre inecektim.  Göynük-Taraklı ayrımını geçtim. Uzun ve keyifli yolda vakit yine gece oldu. Farkları yaktım. Reflektörlü yeleği giydim. Yine gece karanlığındaydım. 1210 m.’deki Aynalıkaya Geçidi’ne tırmandım. İnişte Mudurnu’ya girmeden bir benzinlikte bulunan otelde konakladım. Gece çorbasının :) ardından dinlenmeye çekildim. 

 

Mesafe : 109,72 km

Süre : 9:53:58

Ortalama Hız : 11,1 km/sa

Maksimum Hız : 44,0 km/sa

Toplam Yükselme : 1.313 m




 Beypazarı-Mudurnu

 

 

4. Gün : Mudurnu – Abant-Bolu (27 Haz 2023)

 Önceki günü güneş tepemde geçirmiştim. Bu sabah ise hava oldukça kapalıydı. Hava durumu da yağmur yağdı yağacak diye gösteriyordu. Kahvaltıyı halledip Tito’yu hazırladım. Bugünkü etap önceki günlere oranla daha kısaydı. Direkt Mudurnu’dan Bolu’ya gidecek olsam daha da kısa olacaktı ama ben yolumu Abant’tan geçirdiğim için biraz daha uzamıştı. Abant Gölü’ne daha önce çok defa gittiğim halde ilk defa bisikletle gidecektim. Bolu’nun kuzeyine yaptığım ve Yedigöller’den geçtiğim turun dönüşünde, Düzce’den Bolu’ya gelirken uğramayı düşünmüştüm ama kısmet olmamıştı. Bu sefer direkt Abant’a yönlenmiştim. Bu da benim için 10 km.lik bir tırmanış anlamına geliyordu. Hele son 6-7 km.lik bölümü ciddi tırmanışlar içeriyordu. Harika manzaralar ve çiseleyen yağmur eşliğinde yaklaşık iki buçuk saatlik bir tırmanışın ardından tepeye vardım. Türk bayrakları, ATV turları Abant sınırlarına geldiğimi müjdeliyordu. :) Abant’ı tepeden gören bir noktadan manzarayı fotoğraflayıp inişe geçtim. Gölün çevresini dolaşan yola bağlandığımda sağa dönüp uzun yoldan gölün çevresini dolaşmaya başladım. Yol tek yöne çevrilmişti ki eskiden yaşanan trafik sıkışıklığını hatırlayınca doğru bir karar olduğunu düşündüm. Göl manzaralı bolca fotoğraf çektim. Girişe kadar yavaş yavaş ve bol trafikle boğuşarak ilerledim. Girişe kadar gelip Abant’la vedalaştım. 1325 m.’deki Abant Gölü’ne E5 ( D100)’ten ulaşmak için sürekli tırmanmak gerekiyordu. Tam tersi ise keyifli ve manzaralı bir iniş demekti.  17 km.’lik keyifli inişin arasında küçük bir mısır molası vererek keyif yaptım. Direkt ana yola bağlanmak yerine yolumu değiştirip Akkaya Travertenleri’ni de görmek için Mudurnu’dan Bolu’ya gelen ana yola bağlanmak üzere ara yola girdim. Keyifli ve bol tırmanışlı bir geçişle diğer yola indim. Akkaya Travertenleri’nin önünde fotoğraf çektim. Pamukkale’deki travertenler gibi beyaz veya sarımsı renkli bir çok traverten vardı Türkiye’nin bir çok bölgesinde. Burası da küçük bir örneğiydi. Devam ederek Bolu’ya doğru son kilometreleri pedalladım. Bolu merkezde otoparka ulaşıp Tito’yu aracıma yükledim. İstanbul’a doğru yola çıktım.

 

Bu maceranın (da) sonu.


Mesafe : 58,22 km

Süre : 4:56:07

Ortalama Hız : 11,8 km/sa

Maksimum hız : 43,2 km/sa

Toplam Yükselme  : 853 m

 

Mudurnu-Bolu