Amsterdam-Brugge Bisiklet Turu (08/07 – 15/07/2019)

 

Merhaba,

 Uzun süre tek başına ya da bir tur arkadaşıyla yaptığım turların sonrasında, bir süredir, eşimle tur yapma fikri de vardı aklımda, daha doğrusu aklımızda... Bunun kaynağı da tandem bisiklet ve tandemle birlikte beraber yolda da beraber olmak fikriydi. Ama bu fikir eşime pek sıcak gelmiyor ve “Yolda senin enseni seyretmek istemiyorum. Ben özgürce pedal çevirmek istiyorum..” diyordu. Amsterdam-Brugge fikri de ondan çıkmıştı. Yıllar önce, dört hatun birlikte girmişlerde Amsterdam’a. Amsterdam’da çalışan bir arkadaşımızın yanına… Araba ile de Brugge’e gitmişler ve bu seyahatten de çok zevk almışlardı. Tam 18 yıl önce… Eşim de özellikle “Seninle Brugge sokaklarında ele ele yürümek istiyorum.” diyerek beni de heveslendirmişti. İşte tüm gezi planı da bu motivasyonu üzerine şekillendi.

Önce @Barış Çavuş ‘un (Gezgin Kızanlar) gezi yazıları okundu. İlham alındı. İmrenildi. “Keşke”ler yerini “inşallah”lara bıraktı. Arkasından, fikir biraz olgunlaşınca, işin mali kısmı ön plana çıktı. Nasıl yaparız ? Maliyeti ne kadar olur ? Ne zaman olur ? Ve tabi rota… Hangi yoldan gidilecek? Nerelerde konaklanacak ? Kaç gün sürecek ? Nereler gezilecek ? Buna göre maliyet oluşturmalar… Rota belirlemeler… Bisikletleri nasıl götürürüz ? Nasıl paketleriniz ? Nasıl döneriz ? Ve benim için en önemlisi geri dönerken bisikletleri tekrar nasıl paketleyebiliriz ?  Bu noktada, Amsterdam’da  yaşayan ve yazı ve videolarını tur fikri oluştuğu ilk andan itibaren  hatmettiğim @Umutcelik devreye girdi. Kutu ile getireceğim bisikletlerin kutusunu bırakmak için uygun bir yeri olduğunu söylemesiyle girdik muhabbete. Şehir bisikletini paylaşmasından çıktık. Ardından bir bisikleti daha götürmek yerine oradan kiralama yöntemini seçip maliyet/fayda analizini yaptık. Eşimin bisikletini de ABike’tan kiraladık. Sonuçta Amsterdam’a bisikletsiz gidip gelmek bizim için büyük bir kolaylık oldu.

Seyahat öncesi eşim Alper için, var olan bisiklet kıyafetlerine ek olarak eldiven, tayt ve yağmurluk aldık. “Benim zaten bir yağmurluğum var.” demesine rağmen onun yol için uygun olmadığını söyleyip gerçek bir yağmurluk almaya ikna ettim. (İyi ki de almışız. Yazın tüm yağmuru sanki bizi beklemişti.) Tüm yükümüzü iki bisiklet heybesine sığdırdık. Eşim de ilk defa bu şartlarda bisiklete bineceği için heyecanlıydı. Sabiha Gökçen’den erken saatlerde hareket edip Amsterdam’a vardık ve otele yerleştik. Sonraki 2 gün de dahil olmak üzere Amsterdam’ı gezdik. Eşim de bana rehberlik etti. Tabi hatırlayabildiği kadarıyla :)

Amsterdam’da ilk dikkatimi çeken, doğal olarak, bisikletler ve bisiklet trafiği oldu. Sonraki günlerde tecrübe edeceğim şekilde (Bisikletleri almak ve bırakmak için Amsterdam içinde epeyce pedal bastım eşimden farklı olarak.) çok ciddi bir trafik vardı Amsterdam’da:  Araç, yaya  ve bisiklet trafiği... Üçü de birbirine karışmadan çok yoğun bir şekilde akıyor, bu düzene uyum sağlayamayanlar da  zor durumda kalıyordu. (Kısaca bisiklet yoluna yaya olarak girmemeliydiniz. :) )

Kanal turu, Reikemuseum, Redlight :) … Sokakları arşınladık. Van Gogh müzesine gün içinde bilet bulamayınca tur dönüşü günümüz için bilet aldık. Önce kiralık bisikleti alıp otele getirmek sonra da Umut Bey’den bisikletini almak için iki kere metro ve tramvay yolculuğu yaptım. Metroya bisikletle nasıl binildiğini öğrendim. Kaldığımız otelde de bisikletler için ayrı bir park alanı vardı. Ertesi güne kadar bisikletleri orada tuttuk. Artık hazırdık. Yola çıkma vakti gelmişti ve heyecanlıydık. Hava, “Hayır Temmuz’da değilsiniz. En fazla Nisan’da olabilirsiniz.” görüntüsünde bulutluydu. :)

 

(Bu noktada rotadan ayrıca bahsetmek istiyorum. Rotayı oluşturmak için internet’te aramalar yaparken Hollanda’daki bisiklet rotalarına detaylı olarak bakma fırsatım oldu. Hollanda zaten bisiklet ülkesi ve tüm ulaşımı şehir değil ülke genelinde bisikletle yapılabilecek şekilde tasarlanmış. Kavşak noktalarında yol numaralarını gösteren levhalar bulunuyor. Rotalar da bu numaralar arka arkaya yazılarak tarif edilebiliyor. Aramalar sonucunda kuzeyden güneye, doğudan batıya gezi rotaları çıktı karşıma. @Umut Çelik’in önerdiği rota Kuzey Denizi’ne paralel olan Zeeland rotasıydı. Fakat karakteristik kum tepelerini içeren bu rota oldukça da rüzgar alıyordu. Farklı ve şehir gezmeye de uygun bir rotayı tercih ediyordum. Rota belirlemeye çalışırken,  bisiklet turlarıyla ilgili bir forum sitesinde bir kullanıcının planladığı rota gözüme ilişti. Hollanda’nın küçük kentlerinden geçen ve etapları eşime göre ayarlayabileceğim bir rotaydı. Hoşuma gitti ve meçhul kullanıcından aynen kopyaladım. Benzer bir tur yapmak isteyenlere tavsiye ederim. )

1.       Gün :   Amsterdam-Utrecht

Bir kısmı öğrenci yurdu formatında olan otelimizden ayrılırken çok heyecanlıydık. Günlük etapları oluştururken rotayı mümkün olduğu kadar kanal boylarından çizmeye çalışmıştım. İlk etabı da Muiden Kalesi’nden geçirmiştim. Amsterdam’dan kıyı boyu Muiden’e kadar gelip oradan ana kanal boyu Utrecht’e gitmeyi hedefliyorduk. Araç trafiği görmeden ilerlediğimiz bisiklet yollarında yeşilin her tonuyla karşılaşıyorduk. Açıkçası görmeyi hiç beklemediğim güzelliklerle karşı karşıyaydım. Dümdüz bisiklet yolunda zahmetsizce ilerliyorduk. Her ikisi de “Hollanda bisikleti” formatında olan şehir bisikletlerimiz, dik oturma konumuyla düz yolda kolay bir kullanım sunuyordu. Manevra konusunda pek kıvrak olmayan bisikletler genelde tek elle bile çok kolay kullanılabiliyordu. Kendi üzerinde olan kilitler de pratik bir kilitleme olanağı sağlıyordu. Kısa süreli park için büyük kolaylık sağlıyordu.

Muiden Kalesi ilk durağımızdı. Bisikletleri dışarı kilitleyip kaleyi gezdik. Küçük bir Ortaçağ kalesiydi.  İçinde mobilyalar, zırhlar, silahlar sergileniyordu. İlgimizi çeken bir bölüm de, kollarınızı içine sokup şapka taktığınız kıyafetlerle fotoğraf çektirebildiğiniz bölümdü. Saray soytarısı kıyafeti cuk oturdu üzerime. :)

@Umut Çelik Naarden’e gitmemizi de önermişti ama yolda o kadar oyalanıyorduk ki Utrecht’e de zaman kalsın diye yolu uzatmadan kanal boyundan devam ettik. Hollanda’nın ünlü yel değirmenlerinin, kanallarının, kanal boyu evlerinin büyüsüne kapıldık. Ama o kadar yavaş ilerliyorduk ki… Eşime biraz pedallara asılmasını tembih etiğimde “Etrafa bakmaktan pedal çevirmeyi unutuyorum.” cevabını almıştım.  Yoldaki yemek işlerimizi marketlerden aldığımız peynir, domates, salatalık vs. ile küçük molalarda hallettik. Çok da keyifli oldu.

Rotayı Garmin’e yüklediğimden yolu bulmak sorun olmuyordu. Aslında büyük bir kolaylıktı bu şekliyle. Utrecht’te kalacağımız hostelin önüne kadar geldik. O kadar dar ve merdivenleri dik bir ortamdık ki bisikletleri içeri almayı bile talep edemedim. Binanın önündeki bisiklet bağlanacak demirlere iki bisikleti de bağladık. Bu kadar düz bir yolda  55 km. yol almak beni pek kesmese de etrafa bak baka ilerlemek çok keyifliydi. Akşam Utrecht’te dolaştıktan ve yemek yedikten sonra hostele geri döndük.

Amsterdam-Utrecht.PNG

 

Mesafe : 57,32 km

Yolda Geçen Süre :  5:07 saat

Ortalama Hız : 11,2 km/sa

Maksimum hız  : 27,7 km/sa

Yükseklik kazancı :  77 m

2. Gün : Utrecht-Gouda

Bugün direkt Gouda’ya doğru pedal çevirmek yerine önce Mantel adında bir bisiklet mağazasına uğramak için önce Kuzey Batıya yöneldik. Utrech’in çıkışına doğrıu büyük mağazaların olduğu bir bölgede, Carrefour büyüklüğünde bir mağazaydı Mantel. Önündeki bisiklet parkına bisikletleri kilitleyip üst kata çıkıp içeri girmek için sabırsızlanıyordum. Kapısına geldiğimde gözlerim büyüdü. Şimdiye kadar görmediğim büyüklükte bir bisiklet mağazasıydı. Farklı türde bisikletler ve bisiklet malzemeleriyle kıyafetler sergileniyordu. Buraya gelişimizdeki asıl amaç, 10 yıldır turlarda kullandığım (bu tur hariç :) ) emektar Mavic Alpine SPD ayakkabımın yerine bir ayakkabı bulabilmekti. İstanbul’dayken internet üzerinden yaptığım aramalarda uygun bir model ve uygun olabileceğini düşündüğüm modellerin numaraları yoktu. Aradığım trekking modeli olanlardandı ve uygun diye düşündüğüm 10 modeli listelemiştim. Burada 10 modelin 10’unu da bulamasam da en yakın model olarak Northwave Spider Plus 2 modelini buldum. Deneyip uygun olduğunu gördüm. Eşim de beğenince yeni ayakkabım bu model oldu. Ayakkabı işini halledince rahat rahat mağazayı dolaşmaya başladık. Mağazanın içinde bir test pisti oluşturulmuştu ve üzerinde “Beni test et” yazan onlarca bisikleti alıp burada kullanabiliyordunuz. Buraya kadar gelmişken elektrikli bisiklet modellerinden birini test etmek istedim. Bosch motorlu olan bir tanesini alıp pedal çevirmeye başladım. Ve işin sihri burada ortaya çıktı. Yolda bizi geçen ve benim de “Ulan bu kadar pedal çeviriyorum ama niye bu amcalara, teyzelere  yetişemiyorum.” diye düşündüğüm bir sürü bisikletli amca ve teyzenin de sırları açığa çıktı. :) Bir pedal çeviriyorsunuz ama üç kere gidiyordu alet. Anlama efekti olan “Haaaaa” döküldü ağzımdan. “Demek buymuuuş.” dedim kendi kendime… Alper’e (eşime) de denettim. O da işin kolaylığına şahit oldu. “Böyle çok kolaymış.” dedi.  2000 € - 3500 € aralığında fiyatları olan modelleri daha sonra yollarda epeyce görecektik. Arkamızdan gelip, salın salına yanımızdan geçen amcalara, teyzelere “He he elektrikli ki, elektrikli ki..” deyip kendimizi tatmin edecektik. :)

Mantel’den çıktıktan sonra artık gerçek anlamda yola çıkmış olduk. Tabi arkadaki heybemiz üzerinde büyücek bir ayakkabı kutusuyla. Daha turun 2. gününde olduğumuz için 6 gün boyunca arkamda taşıyacaktım onu.

Yine muhteşem bisiklet yollarından, parkların içinden ilerleyerek rotaya eklediğim De Haar Kalesi’ne doğru yol aldık. Tam bir Ortaçağ kalesiydi. Uzaktan çok güzel görünüyordu. Çok da büyük bir bahçesi vardı. Eni konu dolaşmak saatlerimiz alacağından bahçesinde ve çevresinde dolaştık. Bol bol fotoğraf çektik ve Gouda’ya doğru yolumuza devam ettik.

Yemek masamız küçük bir kasabanın parkındaki banktı. Ben marketten yiyecek bir şeyler almaya gittiğimde bocce oynayan amcalar Alper’e bir şeyler söylemişler, herhalde bisikletlerimizin oyun alanında olduğunu falan söylüyorlarmış ama anlaşmak kolay olmamış. :) Sonuçta da amcalar oyun alanın karşı tarafa alıp çoktan oyuna başlamışlardı ben gittiğimde. Yemek sonrası Gouda’ya doğru devam ederken bolca bisikletli amca, teyze trafiğinin belirli bir yöne doğru olduğunu fark ettik. Hedef nokta bir kiraz bahçesiydi. Bisikletle gelen amca-teyze grupları kiraz alıp ya orada yiyorlar ya da (muhtemelen) evlerine götürüyorlardı. Biz de en irisinden bir kilo kirazı alıp orada mideye indirdik. :)

Peynir diyarı Gouda’ya vakitlice varınca hem yemek hem de şehir merkezini gezmek için epeyce vaktimiz oldu. Kaldığımız otelin sahibi de bize güzelce tarif etmişti görülebilecek yerleri. Gouda peynirini Gouda’dan alma fikri ilginç geliyordu ama bu bize yine taşınacak ekstra yük demekti. Sonuçta yolların düz olması sebebiyle bu ek yükü taşımak sorun olmayacaktı.  Hem zaten koskoca ayakkabı kutusunu taşıyordum değil mi ? :)

 

Mesafe : 41,22 km

Yolda Geçen Süre :   3:47 saat

Ortalama Hız : 10,9 km/sa

Maksimum hız  : 24,5 km/sa

Yükseklik kazancı :  58 m

Utrecht-Gouda.PNG

3. Gün : Gouda-Dordrecht

 Bugünkü rotamızda Kinderdijk yel değirmeleri vardı. Bunun için Lek Kanalı’na kadar pedal çevirip arabalı vapurla karşıya geçmemiz gerekiyordu. Arabalı vapuru beklerken yağmur başladı. Karşıya geçip Kinderdijk’in girişine geldiğimizde yağmur şiddetini epeyce arttırdı. Durup yağmurun dinmesi için beklemeye karar verdik. Bisikletleri de, daha sonra birkaç saat zaman geçireceğimiz kafenin yüksekçe olan platformunu altına koyarak yağmurdan korumaya çalıştık. Önce hediyelik eşya mağazasında zaman geçirdik biraz. Daha sonra da yandaki kafede çay-kahve eşliğinde, bir de internet bulmuşken, zaman öldürdük. İnternet bağlantısı bulmamız zaman geçirmek için çok iyi oldu. Accuweather’dan yağmuru takip ediyorduk. Nihayet “Dindi” dediğimiz bir anda tekrar yola çıkıp yel değirmenlerinin olduğu bölgeye girdik. Büyük kanalların arasında hayran hayran bakınırken müze olan bir tanesinin içine de girdik. Yeldeğirmenlerini ve etrafı fotoğrafladık. Oude Maas kanalını geçmek için Brugweg yolundaki köprünün yanındaki bisiklet yolundan Dordrecht tarafında geçtik. Yağmur dolasıyla epeyce zaman kaybettiğimiz için Dordrecht’in içinde fazla oyalanmadan Biesbosch Milli Parkı’nın, Kuzey Hollanda ile Güney Hollanda’yı ayıran kanalın kuzeyinde kalan kısmının içinde yer alan Stoykay Otel’e doğru 8 Km. daha pedal çevirdik. Hava ıslaktı ve nihayet varmıştık. Orman içinde muhteşem bir yerde bulunan modern tarza bir yerdi kaldığımız otel. Hafif bir hostel tarzı da vardı.

 

Mesafe : 45,22 km

Yolda Geçen Süre :  4:31 saat

Ortalama Hız : 10,0 km/sa

Maksimum hız  : 24,3 km/sa

Yükseklik kazancı :  106 m

Gouda-Dordrecht.PNG

 

4. Gün : Dordrecht-Breda

 Otelden çıkıp, önce milli park tarafında bir tur atıp geriye döndük. Büyük kanal boyu pedal bastık yeşillikler içinde. Güney Hollanda’yı Kuzey Brabant’a bağlayan köprüden geçerek Lage Zwaluwe’de küçük bir kafede mola verip bir şeyler içtik. Yeşillikler içindeki bisiklet yolları kasabaların içinde bazen yaya yolları ile bazen de araç trafiği ile kesişiyordu. Kanal boyundan devam etmek için kısa bir süre yaya yoluna girdiğimiz (bisiklet giremez işareti vardı) yerde, köpek gezdiren bir teyze tarafından uyarıldık.” Burada olmamanız gerekiyor.” dedi bize. Ama geriye çevirmedi. Devam etmemiz izin verdi. Biz de kendisinden özür dileyerek yola devam ettik. Ana yola vardığımızda bisiklet yolunun girişini bulmakta zorlandık. Araçlar tarafından uyarılmamız daha sert oldu yayalara göre. Sonunda yolumuzu bulduk da zılgıt yemekten kurtulduk. :)

Breda’nın merkezini baştan başa kat edip kalacağımız yere ulaştık. Garmin geldiğimizi söylüyordu ama geldiğimiz yerde sadece bir kilise vardı. Alper’den, kağıda basılı rezervasyon belgelerini istedim. Kontrol ettiğimde o kilisenin (ki yanına eklenmiş bir bina da vardı.) kalacağımız yer olduğunu gördüm. (Yerin adı Het Klooster’di ve daha sonra Google Translate bize “Manastır” olarak çevirecekti. ) Kapıdaki zili çaldım. Diafon’daki sese “Burası otel mi ?” diye sordum. Ses bana “Evet. Hemen geliyorum.” dedi. “Etrafta otel yazısı yok.” dedim. “Hemen geliyorum.” dedi. Biraz sonra kapı açıldı. Korku filmlerinde kopup gelmiş gibi ince uzun, yaşı bizden büyük bir adam açtı kapıyı. Bizi içeri buyur etti ama Alper’le birlikte buranın nasıl bir otel olduğunu çözmeye çalışıyorduk. İçerideki bir odaya girip kayıt işlemlerini tamamladık. Bizi üst kattaki odamıza götürdü. Bina yüksek tavalı eski bir binaydı. İlginç olan bir sürü şeye ek olarak etrafta kimseyi de görmüyorduk. Tırsınç ortam iyice tırsınç hale gelmişti. :) Tuvalet ve banyo odanın içinde değil karşısındaydı. Odaya girdiğimizde Alper bana “Burada tek başına tuvalete bile gidemem. Sen de kapıda bekleyeceksin.” dedi. Korku filmi temasına uygun ortamda eğleniyorduk. Duş alıp yemek ve gezinti için dışarı çıkmak üzere merdivenle aşağı inerken o ortamla büyük tezat oluşturan bir şey gördüm. Hiç kimseyi görmediğimiz binanın bahçesinde, ağaçların ve güzel çiçekli bitkilerin arasında 8-10 kadın, kıyafetlerini giymiş, matlarının üzerinde yoga yapıyorlardı. Korku filmi iyice sayko bir hal almıştı. :)

Her şehirde gördüğümüz “İstanbul” isimli Türk restoranlarından biri de buradaydı. Bir şeyler atıştırıp epeyce yürüdük. Uzaktaki bir kafede toplanmış kalabalık dikkatimizi çekti. Fransa bisiklet turu zamanlarıydı. Hollanda’nı TV kanallarından biri de canlı yayınını buradan gerçekleştiriyordu. Etrafta bolca bisiklet formaları asılıydı. Sunucu ve konukları tanımıyordum ama programa ve katılanlara ilgi büyüktü. Asılı olan bez pankartta programın adının “Tour de Jour – Breda ” olduğunu gördüm.  Breda’nın parklarında ve sokaklarında dolaştıktan sonra korku filmi temalı otelimize :) geri döndük.

  

Mesafe : 56,01 km

Yolda Geçen Süre :  5:15 saat

Ortalama Hız : 10,6 km/sa

Maksimum hız  : 26,7 km/sa

Yükseklik kazancı :  102 m

Dordrecht-Breda.PNG

5. Gün : Breda : Otel - Reptile House -Otel

Sabah kahvaltı sonrası ilk işimiz eşyaları çantalara yerleştirmek oldu. Ama yanımıza almayacaktık çünkü yola çıkmadan önce internet’te gezilecek yerler araması yaptığımda gördüğüm ve “Mutlaka gitmemiz gerekiyor!” dediğim  “Reptile House”a (Sürüngenler Evi) gidecektik. İlk gördüğüm andan itibaren çok merak ediyordum ve pedallarımız yaklaşınca da bu heyecanım katlanarak artıyordu. Aslında heyecanıma paralel olarak yağmur da artıyordu ama olsundu. :) Garmin’in bize uygun gördüğü bazen ana bazen de ara yollardan ulaştık Reptile House’a. Burası, bildiğimiz, mahalle arasında , 2 katlı binaların içinde çok da büyük olmayan bir binaydı. Bisikletleri, artık bizim için olağan olan, bisiklet parkına bağlayıp içeri girdik. Hayran hayran etrafıma bakıyordum. Biletleri alıp en yakındaki camekana koşturdum. Sonra bir diğerine…  Kara kaplumbağası, piton, boğa türünde büyük yılanlar, çeşitli kertenkeleler ve iki gözü de ayrı yönlere bakan çok sevimli bir bukalemun. Çok güzel görünüyorlardı. Ben hayran hayran etrafıma bakarken oranın görevlisi bir kız yanıma yanaştı. Bir şey mi anlatacak ya da bir uyarıda mı bulunacak diye düşünürken sonradan elinde olduğunu fark ettiğim sarı piton yavrusunu yavaşça elime tutuşturdu. Ben, heyecan ve şaşkınlıkla, elimdeki kadife gibi yumuşacık derili yılanı incitmemeye çalışıyor ve gülümsememe engel olamıyordum. Korkmuyordum ama heyecanım beni yükseltmişti. Eşimden fotoğraf çekmesini istedim. Sonra da ona “Alper bunu mutlaka denemelisin.” dedim. Görevli kız yılanı benden alıp Alper’e verirken ben de bu sefer video çekmeye başladım. Alper de çok heyecanlandı. Ama biraz sonra yılanın kafası hafifçe ellerinden yukarıya hareket etmeye başlayınca sesi hafiften yükseldi. Görevli kıza yılanı verip üst katı gezmek için yukarı çıktık.   Aşağıya döndüğümüzde bu sefer bir masanın etrafında toplanmış onlarca çocuğu ve masadaki 2 kertenkeleyi gördük. Çocuklar ilgiyle onları izlerken bakıcıları da canlı kurtçuklarla onları besliyor çocuklara kendi dillerinde bilgi veriyordu. Keşke bizim ülkemizdeki çocuklara bu tür tecrübeler sunulabilse diye düşünüp dışarı çıktık. Yağmur kesilmişti. Eşyalarımızı almak için manastır otelimize geri döndük. Otelde bu sefer başka görevliler vardı. Genç biri çantaları alırken “Yağmur geliyor.” dedi. Hava gerçekten pek iç açıcı değildi. Bisikletleri hazırlayıp tam yola çıkıyorduk ki yağmur başladı. Otelden de ayrılmış bulunduk. Kendimizi karşıdaki otobüs durağına ve ardından binanın girişine zor attık. Yağmur öyle bir indirdik ki “İyi ki yola çıkmamışız.” dedik. Kırk beş dakika ile bir saat aralığında apartman girişinde dikilip yağmurun dinmesini bekledik. Yola çıktıktan sonra da zaman zaman damlalar sıklaştı ve biz de bir yerlere sığındık.

Mesafe : 11,06 km

Yolda Geçen Süre :  1:00 saat

Ortalama Hız : 11,0 km/sa

Maksimum hız  : 19,0 km/sa

Yükseklik kazancı :  8 m

5. Gün : Breda-Antwerp  

 Bugünkü rotanın bir özelliği de Belçika’ya girecek olmamızdı. Ha geldik ha geleceğiz derken, neresinin de sınır olduğunu bilmeden yolda devam ediyorduk. Sonunda yoldaki küçücük Belçika levhası bize ülke değiştirdiğimizi haber veriyordu. “Belçikaaaa” diye bağırıp aynen pedallara basmaya devam ettik. Bulunduğumuz yerde otomobil galerileri vardı sağlı sollu. Ama ilgimizi büyükçe bir karavan galerisi çekti. Karavanla seyahat hayalleri kuran bir çift olarak burayı gezmeden geçersek olmazdı. Bisikletleri mağazanın önüne bırakıp içeri girdik. Görevliye “Dolaşabilir miyiz?” anlamında bir ek işareti yaptım. Gülümseyerek onay verdi. Zaten bizden başka da kimse yoktu ortamda. Büyüklü küçüklü bir sürü motokaravanı görüp hayaller kurduk. İçlerine girdik. Koltuklarında oturduk. Fiyatları 40.000 € ile 80.000 € arasında değişiyordu. “Şu bile bize yeter” deyip sözde kanaat gösteriyorduk ama salon salomanje olan, içinde tam boy duşu olan, 6-8 kişilikler de ayrıca keyifli duruyordu.

Bisiklet yollarını kesiştiği bir noktada, kanalın kenarında mola verip soğuk bir şeyler içelim dedik Hava biraz daha iyiydi. Yolu zaten biliyorsunuz. Şimdiye kadar Alper’e hız, mesafe ile ilgili bilgilerin yanından Garmin’den yükseklikle ilgili bilgiler de veriyordum. “Alper -5 m.deyiz.” :) , “Alper -10m oldu.” :) Şaka bir yana deniz seviyesinin altında ilerlediğimiz çok yer olmuştu. Dağları tepeleri aşma motivasyonuyla bir sürü etaplar geçmiş olan bana çok garip geliyordu bu kadar düz yollar. Ama buralar da böyleydi. Ve keyfini çıkarıyorduk.

Antwerp’in kenar mahalleleri tam bir Ortadoğu-Kuzey Afrika şehri görüntüsündeydi. Bolca da Türk dükkanı vardı ortalıkta. Trafik düzensiz, kalabalık… Pek keyif almadık açıkçası orada olmaktan. Alper “Kalacağımız yer inşallah buralarda değildir. Kesinlikle kalmam.” dedi. Garmin de zaten daha çok yolunuz var diyordu. Merkezi de geçip kanal kıyısına geldik. Kanal dediysen boğazın bir beden küçüğü. Bugünkü etap bugüne kadarkilerden daha uzun olduğu ve yağmur yüzünden de epeyce zaman kaybettiğimiz için akşam 19:00 civarında varabilmiştik oraya. İşin ilginç tarafı etrafta köprü de görünmüyordu. Garmin’in bizi ulaştırdığı yer de bir vapur iskelesiydi ve yolumuz karşıya geçip devam ediyordu kalacağımız yere kadar. İnsanlar etrafta dolaşıyordu ve gelen küçük motorlara biniyorlardı. Ben de yaklaşıp karşıya geçmek istediğimiz söyleyince çımacı eleman eliyle iskelenin diğer kısmını işaret etti.  Diğer tarafa gittiğimde bir tabelayla karşılaştım. Sefer saatlerini gösteriyordu ama çoktan son seferi kaçırmıştık. “Ne yapacağız ?”, “Nasıl karşıya geçeceğiz ?” diye etrafa baktık. Alper “Buraya gelirken bir tünel yazısı gördüm.” dedi. “Ne tünel mi ? Niye söylemedin ki “ diye heyecanlandım. Hem o yorulmuştu hem de ben bir an önce kalacağımız yere varalım derdindeydim. Bu durum da karşılıklı gerilmemize sebep olmuştu. Etraftakilere  “Tünel varmış burada. Girişi neresi ?” diye çok dil dökmeme rağmen fazla bilgi alamadım. Bu sefer de CityMaps2Go’ya başvurdum. Daha kuzeyde bir geçiş, bir köprü gösteriyordu. Epeyce bir yol vardı ama en azından oradan geçeriz deyip pedallara asıldık. Ama saatten de belli olmuştu ki kalacağımız yere varıp geriye, merkeze gelmeye zamanımız olmayacaktı. Yol kenarındaki bisiklet yolundan ilerleyip inşaat alanı olan bir yere geldik. Sürekli telefondaki haritayla çevreyi eşleştirmeye çalışıyordum. En sonunda geldiğimiz yer CityMaps2Go haritasında gördüğümüz köprünün olması gereken yerdi ama köprü möprü yoktu ortada. Ben yine bir “Off yaaa.” çekerken yine bir tünel durumumu var acaba diye geçirdim içimden. Yolun olduğu yere kadar pedallayınca geniş bir girişi olan bir kulübe fark ettik. Burası bir altgeçidin girişiydi. İçeride, kocaman bir asansör kapısı vardı. Asansörü çağırdık. Dakikalar sonra gelen asansör kabini, içinde 20-25 kişinin sığabileceği, bisikletleri yan yana rahatlıkla sığdırabileceğimiz büyüklükteydi. Dikey değil de daha diagonal şekilde hareket ediyor ve aşağıdaki bisiklet ve yaya yoluna ulaşıyordu. Çıkışı da girişin aksi istikamette olduğu için rahatlıkla çıktık. Kanalın altından geçen yol pedal çevirebileceğimiz genişlikteydi. Araç trafiğinin sesini duyabilsek de kendisini göremiyorduk. Alt geçidi tamamlayıp karşı yakadaki asansörle tekrar yer seviyesine çıktık. Artık Garmin’in rotasını takip edip kalacağımız yere ulaşabilecektik. “Acaba buralar da Antwerp’in girişindeki yerler gibi mi ?” diye düşünürken nezih (!) :) mahalleler arasında pedal çevirdiğimiz fark edince rahatladık. Garmin’in ulaştırdığı yerin önünde durup ev sahibiyle iletişime geçtim. Adam bisikletlerle geldiğimiz önceden söylediğim için aşağıya inip bisikletlerimizi kapalı otoparktaki kilitli alana koymamıza yardımcı oldu. Booking’den rezervasyon yapmama rağmen bir Airbnb ortamında bulduk kendimizi. Adam evinin odalarını kiralıyordu. Son derece zevkli döşenmiş bir evi vardı. Bize banyo ile birlikte mutfağı da gösterdi. İsteğimiz gibi kullanabileceğimiz söyledi. Böylece akşam yemeği için yanımızda getirdiğimiz nevaleden bir şeyleri sıcak sıcak yiyebilecektik. Bir de çay yaptık ki en sallamasından. İşte o zaman keyif tavana vurdu.

 

 Mesafe : 68,06 km

Yolda Geçen Süre :  6:03 saat

Ortalama Hız : 11,2 km/sa

Maksimum hız  : 23,9 km/sa

Yükseklik kazancı :  73 m

Breda-Antwerp.PNG

6. Gün : Antwerp-Gent

Sabah yine kapalı bir havaya uyandık. Marc Jakopsen amcamızın konforlu evinde çay ve tost eşliğinde güzel bir kahvaltı yaptık. Aslında Alper buraya gelirken çok ciddi ön yargılara sahipti. Şimdiye kadar kaldığımız otel-hostel ücret ortalamasını yarısı kadar bir ücret ödeyeceğimiz için ültimatomu baştan vermiş “Beğenmezsek kalmam. Ona göre…” demişti. Ben de açıkçası ne çıkacağın çok fazla kestirememiştim ama sonucu iyi olmuştu. Eşyalarımızı hazırlayıp aşağıya indirdik. Marc amcamız otoparka kadar eşlik edip bisikletlerimizi çıkarmamız için yardımcı oldu. Teşekkür edip vedalaştık. Yine kapalı bir havada Antwerp’ten çıkıp ara yollardan ana bisiklet rotamız LF5’e çıktık. Aslında bisiklet trafiğine bakınca tren yolunun yanından ilerleyen bir bisiklet otobanı gibiydi. Öndeki bölümde çocuklarını, köpeklerini, eşyalarını taşıyan bir sürü anne, bisikletleriyle gençler, çocuklar, yol bisikletiyle sürüşe çıkmış yetişkinler… Buralarda Hollada’dakine nazaran daha fazla kasklı ve yol bisikletli vardı. Yeşillikler içinde ilerlemek keyifliydi. Küçük bir kasabanın içinden geçerken bir süre bit pazarı formatındaki bir pazar yerinden geçtik. Bir sürü eski araç, gereç, malzeme… Hatta bisikletler… Yola devam edip bir bankta yemek molası verdik. Yemek sonrası yolumuzun en dikkat çekici unsuru, tarlanın birinin kenarına yerleştirilmiş ve bağlantı kısmında yay olan büyükçe bir fırçaydı. Bu fırçanın müşterisi de özenle sırtını kaşımaya çalışan irice bir inek. :) “Ne güzel düşünmüşler !” deyip hayran hayran ineğin kaşınmasını izledik. :) Sonra da yola devam ettik. Gent’e varıp otele yerleştik. Duş alıp bir gün önce yapamadığımız şehir gezisini burada yaptık. Şehrin tarihi yapılarını gördük. Meşhur Belçika waffle’ını tadına bakarken fiyatlandırmasına takıldık. Sadesi 3€ iken Nutella’lısına 10€ denilince fiyatın fahişliğine şaşırıp Nutella’sınızın tadına bakalım dedik.:) Biz waffel’ı beklerken iki gencin bizim önünde beklediğimiz yerden mor renkli küçük koni şeklinde şekerler aldığını gördük. Renkleri çok cezbediciydi ama acaba tadı nasıldı ? Bunu Alper’in girişkenliği sayesinde öğrendik. Gençlere, o mor şeylerin ne olduğunu sorduğunda şeker olduğu yanıtını aldı. Ardından da tadına bakmak isteyip istemediğimizi sorunca biz de fırsattan istifade tatmış olduk. Daha sonra farklı renk ve aromalarda göreceğimiz şekerin mor renklisi meyan kökü tadındaydı. Limonlu, kivili, kavunlu,… Ne ararsanız vardı. Aklımızda 7€’luk fahiş Nutella farkı ile waffle’ın tadına baktık. Gerçekten güzeldi. Meşhur olduğu kadar vardı hani. Ama o ekstra 7€’yu vermediğimize iyi etmiştik. :) Şehrin sokaklarında keyifle yürüyüp ertesi günkü son etap için dinlenmeye çekildik.

Mesafe : 55,16 km

Yolda Geçen Süre :  4:52 saat

Ortalama Hız : 11,3 km/sa

Maksimum hız  : 25,0 km/sa

Yükseklik kazancı :  57 m

Antwerp-Ghent.PNG

7. Gün : Gent-Brugge

Turun son etabı da önceki günler gibi güneşsiz başlamıştı. Otelden çıkıp kanalın kenarından ilerleyen ana bisiklet yoluna bağlandık. Sonrası diğer günler gibi huzurlu, düz ve ara ara yağmur sebebiyle alt geçitte mola vermeli bir şekilde geçti. Yeme içme için ana yoldan ayrılıp kanalın üzerinde Levendegem’e girdik. Açık olan marketten alışverişlerimizi yaptıktan sonra aynı yola geri döndük. Pazar günü olmasının da verdiği etkiyle etrafta bolca tek veya grup halinde bisikletli vardı.  Çoğunlukla da tam teçhizatlı, formalı, yol bisikleti kullanan ve tempo yapan tiplerdi. Bu açından Belçika Hollanda’dan ayrışıyordu. Hollanda da bisiklet ulaşımın ana unsuruyken burada yine aynı işlevi yerine getirmesine rağmen hobi kullanıcılarının oranı daha fazlaydı.

Bisiklet yolunun kenarındaki bir bank yine yemek masamız oldu. Bu etapta çok zaman kaybetmeden Brugge varmak istiyorduk ki şehirde gezmeye daha çok zaman kalsın. Zaten bu amaçla da güne erken başlamıştık. Güneşin geç  batması ve günün uzun olması da bu açıdan avantajdı. Tek sıkıntı Pazar günü her yerin kapalı olması olacaktı ama şehrin girişinden itibaren açık yerlerin çokluğu bizi umutlandırdı. Otelin yeri de çok merkeziydi. Hemen duş alıp kendimizi dışarı attık. Bir sürü hediyelik eşya mağazası ve çikolata, şekerleme dükkanları… Şehrin sokaklarında bir o yana bir bu yana yürüyorduk. Tarihi şehir gerçekten turistlerin ilgisini çekecek atraksiyonlara sahipti. Çok güzel yapılar, kiliseler, farklı tarih ve kimliğe sahip binalar... Alper “Kanal turu yapmazsak olmaz.”  dedi. 18 sene önce gelmişti buraya ama tek değişiklik Pazar günü daha fazla sayıda açık dükkan ve daha çok turist olmuştu. Kimse şehri kentsel dönüşüme sokmadığı için aynen duruyordu şehir. Yüzlerce yıldır olduğu gibi… Kanal turumuz da  çok keyifli geçti. Hele kaptanın yaptığı espriler çok eğlendiriciydi. Bir tanesi, parkta gördüğümüz ördeklerin hemen yandaki Çin lokantasına ait olduklarını söylemesiydi.  :)  Tur sonunda ayrılırken kendisine küçük bir bahşiş bırakmayı ihmal etmedim. Karşılında özel teşekkürümü de aldım tabi.

Şehrin meydanında dolaşırken uzakta bir kalabalık gördük. Yaklaştığımızda, bir sürü fotoğrafçı bir kız grubunun fotoğraflarını çekiyordu. Güzellik yarışmasına katılan kızların şehir gezisiydi. Turun  son akşamı için “güzel” bir uğurlama oldu. :)

Mesafe : 51,78 km

Yolda Geçen Süre :  4:39 saat

Ortalama Hız : 11,1 km/sa

Maksimum hız  : 28,9 km/sa

Yükseklik kazancı :  86 m

Ghent-Brugge.PNG

8. Gün : Trenle dönüş : Brugge-Brüksel-Rotterdam-Amsterdam

Tren biletini erkene almıştım. Hem fiyatından hem de günün geri kalanında neye ne kadar zaman harcayacağımızı bilmememden. Tedbir olsun diye yola erken çıkmanın iyi olacağını düşünmüştüm. Trende bisiklet taşınabildiğini biliyordum ama 2 aktarma ile Amsterdam’a varacağımız için bu aktarmaları nasıl halledeceğimizi bilmiyordum. İlk aktarma 15 dakikalık bir aralıktaydı. Birkaç peron ilerideki trene aktarma yapacaktık. Diğeri ise sadece 5 dakika aralıklıydı ama yan peronda olacağı için sıkıntı olmaz diye düşündük. Tren garına ulaştığımızda yüklü bisikletleriyle bir çiftin daha peronda beklediğini  gördük. Selamlaştık. Danimarka’ya gitmek için yola çıkmış bir Alman çiftti. Ben, internette okuduklarımdan hareketle çantaları bisikletten ayırmaya başlarken adam beni uyardı. ‘Gerek yok.’ dedi. Kendisi de ayırmamıştı. Bu da bizi aslında büyük bir zaman kaybından ve bisikletlerle birlikte çanta peşinde koşmaktan kurtaracaktı. Tren perona geldiğinde eleman önden hareketlenip bisikletlerin konduğu vagona yöneldi. Bu vagon sandalyeleri katlanan ve bisiklet olmadığında insanların oturabildiği bir vagondu.  Eleman içeride oturanları uyarıp bisikletleri koyacağımızı söyledi. Adamlar da herhangi bir arıza çıkarmadan vagonu bize bıraktılar. Yüklü 4 bisikletli 2 çift olarak bisiklet turu muhabbeti yaptık sonraki zamanlarda. İlk aktarmayı Brüksel’de yapıyorduk. Onlar da bizim ikinci aktarma noktamız olan Rotterdam’a doğru gidiyordu ama aktarma noktalarımız aynı değildi. Vedalaşıp trenden indik. Bir sonraki treni bulup bu sefer giriş kısmında bisiklet için yeri olan vagona bisikletleri yerleştirip içeriye geçtik ve koltuklara oturduk. Tren Brüksel’in merkezindeki gara girdi. Ben bisikletleri kontrol etmek için vagonun girişine gittim. Yerime döndüğümde 5 dakika geçmedi ki az önce vedalaştığımız çiftten kadın olanı vagona girdi. Gülümseyip selamlaştık. :) Meğer biz ilk onlar ikinci garda aktarma yapıp yine aynı trene binmişiz. Adam yol boyunca bisikletlerin yanından ayrılmadı. Tabi onlarınki bir çift VSF olunca bize göre daha dikkatli olmaları normal. Bir sonraki vedalaşma noktamız Rotterdam’dı. Burada yan perondaki trene aktarma yapacaktık. Kolay olacağını düşünüyorken bizim trenin sonundan yandaki treni başına 5 dakikada gitmemiz gerektiğini fark edince elimizde bisikletlerle koşuşturmaya başladık. Ta ki bir kondüktör, uzakta bizi görüp ellerini “Yavaş olun. Aceleye gerek yok.” der gibi avuçları aşağı bakacak şekilde yukarı aşağı sallayana kadar. Biz de yürüme temposuna döndük. Geçerken kondüktöre teşekkür ettim. Bu trendeki vagon da geldiğimizle aynıydı. Bisikletleri vagona yükledik. Koltuklara geçmeden kalan yolu bisikletlerin yanında ayak üstü sohbet edip turun kapanış videosunu çekerek geçirdik.

Amsterdam Merkez İstasyon’a geldiğimizde Garmin’e çizdiğim rota ile kalacağımız otele doğru pedal çevirmeye başladık. Bomboş yollardan Amsterdam’ın kalabalık bisiklet yollarına dönmüştük. Otele vardık. Yerleştik. Hedefim, biletini 1 hafta önceden aldığımız ve akşam saatlerinde ziyaret edeceğimiz Van Gogh müzesine gitmeden önce kiralık bisikleti teslim etmekti. Alper’le buluşacağımız saati belirleyip yüksüz bisikletle tekrar yola düştüm. Rotayı kontrol ede ede Abike Mağazasına ulaştım. Bisikleti teslim ettim. Bisikleti alırken depozito olarak verdiğim kredi bilgilerimi sildiler. Yürüyerek Van Gogh müzesine gittim. Alper’le buluşup Amsterdam’da son alışverişleri (peynir :) ) yaptık. @Umut Çelik’in bisikletini teslim etmek için gece saatlerinde yola çıktım. Gece vakti Amsterdam’ın bir yakasından diğerine pedalladım. Geç saatte rahatsız etmiştim ama ertesi güne bırakmak da istememiştim. Umut’a çok teşekkür edip 8 gündür bana yarenlik eden bisikletini teslim ettim. Gece yarısı tramvay-metro ikilisiyle otele döndüm. Ertesi gün trenle havaalanına ulaşıp yurda döndük. Eşim Alper’le birlikte ilk turumuzu sağ salim tamamlamıştık. Çok keyifli bir tur olmuştu. Şimdiden bir sonrakini planlamaya başladık. :)

Bu maceranın (da) sonu…

Bruges : Otel--Tren İstasyonu  

Mesafe : 2,21 km

Yolda Geçen Süre :  12 dakika

Ortalama Hız : 10,4 km/sa

Maksimum hız  : 22,6 km/sa

Yükseklik kazancı :  6 m

Amsterdam : Tren İstasyonu-Otel  

Mesafe : 4,73 km

Yolda Geçen Süre :  30 dakika

Ortalama Hız : 9,2 km/sa

Maksimum hız  : 17,7 km/sa

Yükseklik kazancı :  8 m